Tag Archives: #tiyatro

Fare Kapanı’nın Ardından

Bu akşamki tiyatronun yazısını sıcağı sıcağına yazmak istedim. Daha önce tiyatrolarla ilgili yazdıklarımdan farklı olarak bu sefer, oyunun türünün de gereği, zihin dünyamda canlandırdıklarına pek yer veremeyeceğim. Polisiye denildiğinde ilk akla gelen yazarlardan birisi olan Agatha Christie’nin romanından uyarlanan bu oyunu uzun zamandır izlemek istiyordum, kısmet bu akşamaymış. Oyun uzun süredir Ankara Devlet Tiyatrosu’nun repertuarında olmasına  rağmen seyrek sahnelendiği için gitme fırsatı yakalayamadım. Bir defasında bilet almama rağmen hasta olduğum için gidemedim, sonraki seferde bilet yakalayamadım derken üçüncü denememde izleyebildim. Oyun Pursaklar Sahnesi’nde olunca öncesinde arkadaşımı aradım ve uzun zamandır gitmek istediğimiz pizzacıya gidip sohbet etme fırsatı da yakalamış olduk. Böylece güzel bir oyun öncesi güzel bir muhabbet de etmiş oldum.

Oyun iki perde yaklaşık 2 saat sürüyor ve oyun süresince zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Bir polisiye klasiği olduğu üzere katilin kim olduğunu kestirmeye çalıştım ama bilemedim. Olur ya burayı okuyan birisi oyunu izler veya kitabı okur diye tabiki bu bilgiyi veya herhangi bir ipucunu buraya yazmayacağım.

Oyunda dekor hoşuma gitti, özellikle pencereden kar yağışını izlemek çok keyifliydi. Benzer şekilde kostümler de güzeldi, dekorla birlikte birleşince oyun sonunda dışarı çıkınca kar görmeyi bekledim. Hiçbir oyuncu kötü değildi fakat Şevket Çepa daha önce izlediğim oyunlarında olduğu gibi burada da başrol olmamasına rağmen fark yaratmayı ve yeteneğini göstermeyi başardı. Sefiller ve Romeo ve Juliet oyunlarında da başrol olmamakla birlikte kendisini fark ettiren, üst düzey bir oyunculuk sergilemişti. Ayrıca günümüzde çoğu oyunda kullanılmayan tiyatro perdesinin bu oyunda kullanılmış olması da dikkatimi çekti. Oyuncuların selamlama öncesinde ve arasında fotoğrafik dekor ve kostümleri ile adeta canlı tablolar oluşturması da hoş bir detay olarak aklımda kaldı. 

Oyunun bitiminde oyun içindeki incelikleri tekrar düşününce ufak tüyoların olduğunu ve bunların çok güzel bağlandığını farkettim. Bu anlatım tabiki yazar, yönetmen ve oyuncuların ahenkli ustalığını gerektiriyor. İlk kez bir oyundan sonra, sahnelerin ufak detaylarını düşündükçe keyif veren ufak bağlantılar yakaladım. Zannediyorum ki bu da neden yazarın bu türün ustalarından olduğunu açıklıyor.

Dogville’in Ardından

Bu akşam Akün Sahnesi’nde Dogville oyununu izledim. Kalabalık bir ekibin oynadığı, sahneye koyma adına güzel dokunuşlar yapılmış detayların olduğu bir oyundu. Oyunda bir seyirci koltuğunun da kullanılması sebebiyle diğer sahnelerde nasıl oynanacağını merak ediyorum. Oyuncuların izleyicilerle geçişkenliğinin olması bana sebebini anlayamadığım bir keyif veriyor. Benzer durumu 12 Öfkeli’de neredeyse sahne içinde diyebileceğim bir şekilde oturduğumda da hissetmiştim. Ayrıca, seyirciler koltuklarına yerleşirken sahnede ufak hareketlerin olduğu oyunlar da, İzafiyet ve Toplu Hikayeler’de olduğu gibi, aklımda hoş hatıralar bırakıyor.

Yaşadığım çevreden farklı kanaatlere sahip olduğum zamanlar oldu. Tecrübesizken bunları dile getirdiğim de oldu. Sonra öğrendim. Anlaşılacak şekilde ifade etmemek gerektiğini öğrendim. Söylememek gerektiğini değil veya ifade etmemek de değil. İçinizde tutmak mümkün değil sanırım veya ben beceremedim, beceremiyorum. Bir yere kadar tutabiliyorum, bir zamana kadar. Biriken basıncı içinde tutmak kolay değil, ama fütursuzca dışarı vurmak da sürdürülebilir değil. Bu sebeple bir şekilde boşaltılmalı biriken. Ama usulca. Bu dediklerim benim gibi güçsüzler için geçerli sadece. Gücünüz varsa fütursuz olabilirsiniz, olmak istersiniz belki de olmalısınız. Ama ben olamam, şimdi de olamıyorum ve sanırım hiçbir zaman olamayacağım. Olamayacaksan herhangi bir şeyin anlamı var mı? Olabilseydim anlamı olur muydu? Bilmiyorum, fakat düşünüyorum.

Bir ara mutluydum. Yani sanırım öyleydim. Mutlu değilsem bile şimdiki kadar rahatsız değildim. Tekrar öyle olmak mümkün görünmüyor bana. Bir sebep, amaç bulabiliyordum kendime ve görevini yapmış bir insanın huzurunu, mutluluğunu veya hangi hisse o his onu hissedebiliyordum. Şimdi ise öyle değil. Bu huzursuzluk tahammülümü de tüketiyor, yok ediyor. Merhametsiz kılıyor beni. Hissedemiyorum. Sebepsiz acı çektirildiyseniz, işkence edildiyseniz oluyor sanırım veya sadece üst üste geldiği için öyle düşündüm. Grace’inki de mi tesadüf? 

Oyunun bittiği yere kadar olanı iyi kötü ben de biliyordum. Sonrasını çok merak ediyorum. Grace sonra ne yaptı? Bir günü nasıl geçti? Sabah ne yapmak için yataktan kalktı? Peki miras kalan iktidarı olmasa ne yapardı? Veya oyun bir başka şekilde aksaydı ve bir gün başka bir Grace bulup onu umursamadan salsalardı ne yapardı?

Roma Hamamı’nın Ardından

Okulların ara tatilinde annem ve kardeşim bize geldiler. Tiyatro izlemeyi sevdikleri için birlikte İrfan Şahinbaş Sahnesi’ndeki tek perdelik oyuna gittik. Oyunun adı ve afişi oyunun Roma döneminde geçeceği izlenimini vermişti fakat öyle olmadı. Stüdyo Sahne küçük olması ve koltukların sıralanışı ile nerede oturduğunuzdan bağımsız olarak çok iyi bir görüş imkanı sunduğu için bana çekici geliyor. Ek olarak, araçla gelecekler için rahat otoparkı aracı olmayanlar için Opera’dan servisi ile de ulaşımda kolaylıklar sunuyor.

Birey mi toplum mu öncelenmelidir sorusunun şu an bende de cevabı yazar gibi çok net. Fakat bir dönemler arada kaldığımı, bugünkü kadar kesin bir cevaba sahip olmadığımı hatırlıyorum. Demek ki ben de kimi durumlarda toplumun menfaati adına bir takım kişisel haklardan vazgeçilebileceğini düşünmüşüm. Bu durum insanları sevmekten kaynak  buluyormuş gibi dursa da, sanırım biraz da en doğrusunu bildiğini sanmak yanılgısını ihtiva ediyor. Birey kendiniz değilseniz toplumun menfaatlerini önde tutmak daha kolaydır. Fakat kendi zararınıza olacak şekilde toplumun faydasını önceleyebilir misiniz? Hele bu çağda, bireyselliğin son derece ilerlediği bir dönemde, bu mümkün müdür? Zannediyorum ki çok küçük bir azınlık haricinde insanlar kendi çıkarlarından vazgeçmiyorlar, belki de vazgeçemezler. Menfaatinden öncelemiyormuş gibi görünen birçok kişinin ajandasında daha büyük bir faydanın olduğunu zannediyorum. Toplumun huzuru ancak bireylerin temel haklarından vazgeçilmedikçe temin edilebilir. Yoksa kişinin hakları toplumun faydasının neyde olduğunu belirleyen kişiler tarafından çiğnenebilir. Zannediyorum ki Evrensel Beyanname’nin önemi de burdan kaynaklanmaktadır. Fakat populizmin pratikleri ile insanın hayatta kalma içgüdüsüne oynayarak bu uzlaşıyı unutturmak mümkündür.

12 Öfkeli’nin Ardından

21 Aralık 2022 akşamı, İrfan Şahinbaş Sahnesi’nde 12 Öfkeli oyununu izleme fırsatı yakaladım. Çok keyif aldığım bir oyun oldu. Oyuna iş yerinden arkadaşımla gittim. Çok zor bilet alınan bir oyun olmasına rağmen, hafta içi olması sebebiyle, ben pek oyuna gitmek taraftarı değildim. Fakat arkadaşım, arabası olan başka kimseyi ikna edemediği için bir nevi gitmek zorunda kaldım, iyi ki de öyle olmuş. 

Bilet alma ve gidiş serüveninden bu kadar bahsettikten sonra biraz da oyunun kendisi hakkındaki düşüncelerimi paylaşayım. 12 Öfkeli Adam ismiyile oyunun filmi de mevcut. Filmi izleyenler senaryonun ne kadar iyi olduğunu zaten biliyorlar. Hukuka ilgilenen herkesin, yani her insanın, en az bir kere, profesyonel olarak hukukla ilgilenen kişilerin ise yılda en az bir kere, film veya tiyatro olarak, hatırlaması gereken bir eser olduğu kanaatindeyim. Tiyatro oyunu olarak izlemek çok daha keyifli. Filmi izlemediyseniz önce oyuna gitmenizi tavsiye ederim. Eğer senaryoyu bilmeseydim çok daha heyecanla oyunu takip ederdim. ‘U’ şeklindeki oturma düzeni sayesinde fiziksel olarak, oylama yapılmasıyla da eylemsel olarak izleyicilerin oyunun içinde olması çok güzel düşünülmüş ayrıntılar. Benzer detaylar oyunun içinde oyuncular arasındaki etkileşimlerde de mevcut. Genellikle sahnenin ortasında odaklanmış şekilde devam eden oyunda, zaman zaman sahnede çeperlere doğru genişleyen, hatta taşan karakterler de hoş olmuş. 

İrfan Şahinbaş sahnesi metro hattına yakın olmaması sebebi ile toplu taşıma ile ulaşımın kolay olmadığı bir yer, fakat geniş bahçesi sayesinde araç ile geliyorsanız otopark açısından rahat bir alana sahip. Salonun fuayesi biraz küçük ve ben gittiğimde maalesef burda da vestiyer çalışmıyordu. Hatta boş duran vestiyere paltomu kendim asmak istememe rağmen izin verilmedi. Diğer devlet tiyatrosu sahnelerinde de olduğu gibi granül kahve yerine filtre kahve satılması ise hoşuma gitti.  Oyun öncesinde fuayede rejisör ile de tanışma fırsatı yakaladım.

Özet olarak, küçük bir sahnede oynanması, hemen her Ankara Devlet Tiyatroları oyunu gibi, çok fazla talep olması ve az tekrarlanan bir oyun olması sebepleri ile zor yer bulunan bir oyun olsa da bir fırsat yaratıp mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.