İspanya Notları İkinci Bölüm

İspanya seyahatimde aldığım notların ilk kısmını daha önce yayınlamıştım. İkinci kısmı da hızla yayınlamak istiyordum fakat yoğunluk sebebiyle ancak şimdi fırsat bulabildim. İlk bölümde kaldığımız yerden devam.

20160927_174414

Toplantıların ikinci günü bittikten sonra öğle yemeğini Avila’da yiyip trenle Salamanca’ya geçtim. Gitmeden önce yaptığım kısa internet araştırmasında Salamanca’nın üniversitesi ve sarı taştan binalarıyla meşhur olduğunu okumuştum. Salamanca’da geçirdiğim kısa süre içerisinde sadece bunları görme imkânı yakalayabildim. Trenden indikten sonra “Plaza Mayor” ismi verilen meydana gittim. İspanya’nın birçok şehrinde bu isimle anılan meydanlar var. Türkçe çevirisi de büyük meydan anlamına gelen bu yerler dört tarafı dört beş katli bir yapıyla çevrili ve giriş-çıkışın bu yapının çeşitli yerlerinde bulunan kemerli kapılarla sağlandığı geniş alanlar. Meydanda kısa bir zaman geçirdikten sonra Salamanca’nın ünlü iki katedraline doğru yürüdüm. Eski ve yeni katedral olarak adlandırılan bu yapıların içlerini gezecek kadar vaktim olmadığı için dışarıdan görmekle yetindim. Eski katedral yakın dönemde bire restorasyon geçirmiş ve bu çalışma sürecinde dış kapısındaki süslemelerin içerisine bir astronot ve külahta dondurma yiyen bir aslan motifi işlenmiş. Bana çok abes gelen bu uygulamanın, ileriki çağlarda yapıyı inceleme ihtimali bulunan insanlar düşünülerek, restorasyonun hangi dönemde yapıldığının anlaşılabilmesi için bir işaret olduğunu öğrendim. Katedrallerden sonra sepya şehir Salamanca’nın ara sokaklarında hedefsize bir süre dolaştım. Bu keyifli turun ardından dünyadaki en eski üniversitelerden biri olarak kabul edilen Salamanca Üniversitesini görmek istedim. Aslında üniversite binaları katedrallerin çevresine dağınık şekilde yerleşmiş ve şehirle iç içe bulunuyor. Üniversitenin ilk binası ise bizdeki medreselerin aynısı diyebilirim. Bir avlu çevresinde bulunan tek katli yapının tüm odaları ortasında küçük bir havuz bulunduran bu avluya açılıyor. Tarihi Salamanca Üniversitesinin bu ilk yerleşkesi Türkiye’yi gezmiş ve benzer yapılara aşina insanlar için bizden bir yer hissi uyandıracak kadar bize benziyor. Burayı görünce Batı Medeniyetinin yüksek eğitim kurumlarının ilk örneklerinden biri olan bu yapının İslam Medeniyetinin en parlak yansımalarından olan Endülüs’ten görülmüş ve alınmış olabileceğini düşündüm. Bu düşüncelerle bir süre daha sarı taştan binaların arasında dolaşıp tekrar Plaza Mayor’a vardım. Burada yarım saat kadar oturup kahve eşliğinde etrafı gözlemledim. Aksam saatleri yaklaşırken meydandaki kalabalık giderek arttı. Avila’ya dönüş için trene yetişmek zorunda olmasam daha uzun süre bu eğlenceli yerde takılabilirdim. İstiklal Caddesi’ne benzer bir caddeden yürüyerek tren garına vardım ve yaklaşık 1 saatlik tren yolculuğunun ardından Avila’ya ulaştım. Aksam yemeğini yedikten sonra otele dönerken birkaç sokak öteden kulağıma hoş bir müzik geldi. Eğlenceli bir şeyler olabileceğini düşünerek müziğin geldiği yönde merakla ilerledim ve surların hemen dışındaki parkta yaklaşık 30 kişilik bir orkestranın çalışma yaptığını gördüm. Geniş bir yaş aralığında dağılan müzisyenlerden oluşan grup, bir çember oluşturmuş ve çeşitli film müzikleri çalıyordu. Güzel bir şehri gezdikten sonra hoş bir müzik dinletisi ile günü sonlandırmış oldum.

20160927_165108

Son gün toplantılarını bitirdikten sonra Prado Müzesi’ni görmek için Madrid’e gittim. Chamartin garında indikten sonra metro ile “Puerta del Sol” meydanına gidip yemek yedikten sonra biraz gezerek müzeye ulaşmayı planlıyordum. Bunun için metro istasyonundaki haritaya bakarak hangi metroya binmem gerektiğini öğrenmeye çalıştım ve aktarmasız olarak gideceğim istasyona giden bir metro hattı buldum. Metroya bindikten sonra kapı üzerindeki durak isimlerinden ineceğim yere ne kadar kaldığını takip ederken yolun ortaları diyebileceğim bir durakta vagondaki tüm insanlar indi ve yeni kişiler binmeye başladı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken kapılar kapandı ve tren ters yönde hareket etmeye başladı. Bir sonraki durakta indim ve tekrar “sol” durağına giden trenlerin peronuna geçtim. Bu tren de aynı durağa geldiğinde herkesin indiği görünce ben de indim. İndiğim durak aktarma istasyonu olduğu için “sol” durağından gecen başka bir hat buldum ve ona bindim. Bu arada istasyondaki yazılardan benim ilk bindiğim hattın devamının kapalı olduğunu anlatan işaretler gördüm. Muhtemelen metro içerisinde de yolun ileri tarafının kapalı olduğunu bildiren anons yapıldı fakat İspanyolca olduğu için ben anlamadım. Böylece biraz vakit kaybederek Puerta del Sol’a varmış oldum. Öncelikle dikkatimi kalabalık çekti. Avila ve Salamanca’da bu kadar yoğun kalabalık görmemiştim. Ayrıca iki hafta önce Barselona ve Madrid’i gezmek için İspanya’da bulunan bir arkadaşımdan da kalabalığından dolayı Barselona’yı pek beğenmediği ve Madrid’in oraya göre çok daha sakin olduğu yorumunu almıştım. Bu sebeple beklemediğim derecede bir kalabalığın içinde buldum kendimi. Kendimi toparlayıp bu şehirdeki Plaza Mayor’a doğru yürüdüm. Madrid’in meşhur pirinç pilavından yedikten sonra Plaza Mayor’dan bir tur atıp Prado Müzesi’ne doğru gittim. Müzenin önüne geldiğimde uzun bir kuyrukla karşılaştım. Madrid’e gelmeden önce internette okuduklarımdan aklımda kaldığı kadarıyla müzeye ücretsiz giriş saati gelmek üzereydi ve bu kuyruk onun içindi. Yine benzer kaynaklarda gördüğüme göre bu uzun kuyruk hızla eriyecekti. Ben de buna güvenerek sıraya girdim ve birkaç dakika içerisinde müzeye girişler başladı. Girişlerin başlamasından yaklaşık 5 dakika sonra tüm o kuyruk erimişti ve ben de içeri girmiştim. Prado Müzesi gerçekten büyük bir müze fakat benim orayı gezmek için sadece 1,5 saatim vardı. Çünkü dönüş trenine yetişmem gerekiyordu. Bu kısa süreyi en eğlenceli şekilde değerlendirmeye çalıştım. Gördüklerimden beni en etkileyen üç ressam Goya, El Greco ve Fabre oldu. Goya zaten İspanya’nın en meşhur ressamlarından birisi. Resimlerinde ışığı kullanımı benim en beğendiğim yönü oldu. El Greco’nun resimlerinde içerisinde bulunulan karanlık ve kötü durumu tersine çevirecek olan kurtarıcıyı bekleyişini gördüm. Fikri yapısına katılmasam da kendini anlatma tarzı bana çekici geldi. Son olarak ise Fabre’nin resimlerindeki kumaş çizimleri beni çok etkiledi. Resimlerindeki kıyafetleri öyle çizmişti ki sadece görmekle kalmıyorsunuz da dokunuyorsunuz hissi veriyordu. Müzeden çıkıp tekrar Pourta de Sol’a gittim, bir sure meydanda oturup son kez orta İspanya’yı hissetmeye çalıştıktan sonra metro ile Chamartin Tren Gar’ına oradan da Avila’ya ulaştım.

20160928_181213

Dönüş günü hava aydınlanmadan otelden çıkış yaptım. Madrid Garı’nda patates püreli sandviç ve kahve ile kahvaltımı yaptıktan sonra havaalanına gitmek için yola çıktım ve sabah saatlerindeki Madrid trafiğine takıldım. Yüzde altmışı trafikte bekleme ile gecen 1 saatlik yolculuk sonrası havaalanına vardım.  Uçakta bu sefer yanımda konuşmayı seven bir yabancı vardı. 60 yaşlarındaki İngiliz amca uzun suredir Madrid’de İngilizce öğretmenliği yapıyormuş. Bir grup arkadaşı ile birlikte Taşkent, Buhara ve Semerkant’ı gezmek için Özbekistan’a gidiyorlardı. Madrid Taşkent arası direkt uçuş olmadığı için THY ile İstanbul aktarmalı olarak seyahat ediyorlarmış. İspanya hakkında konuşurken, Madrid’de Londra’nın aksine insanların aksam saatlerinde dahi dışarıda olmasının çok hoşuna gittiğinden bahsetti. Daha sonra da bir süre İstanbul’u konuştuk. Daha önce İstanbul’a geldiğini ve buranın tarihinden ne kadar etkilendiğini anlattı. Uçuşun geri kalan kısmında gidiş uçağında bitirmeye yaklaştığım Galiz Kahraman kitabını bitirdim. İstanbul’a vardığımızda Ankara uçağına yaklaşık 2 saatlik bir süre vardı. Hızla THY kontuarına gidip bir önceki uçağa yerimi değiştirmek istediğimi söyledim. Sadece el bagajım olması sayesinde bu değişikliği yaparak 1 saat önceki uçağa biletimi kaydırdım. Böylece hesaplarımdan bir saat daha önce evde oldum fakat buna rağmen eve varışım akşam 9’u bulmuştu.

20160929_161950

Son olarak İspanya ile ilgili aklımda kalan birkaç kopuk notu paylaşarak yazıyı bitirmek istiyorum. Öncelikle lokantalarda garsonların İngilizce bilmemesi yemeklerin içeriğini anlamayı ve sipariş vermeyi güçleştiriyor. Yemek fiyatları daha önce bulunduğum Almanya, Kanada ve Amerika’ya kıyasla daha makul. Tabi Türkiye’ye göre hala çok pahalı. Salata anlayışları bize göre çok farklı, salata istediğinizde umduğunuz şeyin gelmeme olasılığı çok yüksek. Trenler pek dolu değil, son anda dahi yer bulma imkânınız var.

İspanya Notları Birinci Bölüm

resim1

25-29 Eylül tarihleri arasında iş toplantısı için İspanya’da bulundum. Bu seyahat çerçevesindeki gözlemlerimi, tecrübelerimi ve çektiğim birkaç fotoğrafımı paylaşacağım. Yazacaklarımın tamamını tek seferde okumak uzun zaman alacağından iki yazıya bölmenin daha iyi olacağını düşündüm. Katıldığım toplantı başkent Madrid’e yakın Avila adında bir şehirdeydi. Ankara’dan Avila’ya ulaşmak yaklaşık bir gün sürdüğü için aslında 2 günü yolda 3 günü ise İspanya’da geçirdim diyebilirim. İspanya’da bulunduğum sure içerisinde sabahları toplantılara katildim, öğleden sonraları ise 3 günde 3 şehir, Avila, Salamanca ve Madrid, görmeye çalıştım.

resim2

Ankara’dan Avila’ya ulaşmak maalesef çok kolay değil. Avila’da havaalanı bulunmuyor, en yakın havaalanı Madrid Barajas. İki başkent arasında direkt uçuş yok. Bu sebeple uçakla Ankara’dan İstanbul’a oradan Madrid’e gittik. Madrid Avila arası ulaşım için tren veya otobüs kullanabilirsiniz biz treni tercih ettik. Ankara’dan 09.55 uçağı ile İstanbul’a geçtik 13.35 uçağı ile de Madrid’e hareket ettik. İki uçuşta da herhangi bir gecikme yasamadan, THY’ye teşekkür ediyorum, yerel saatle 17.00’de Brajas’a vardık. Bu arada Türkiye ve İspanya arasında 1 saatlik zaman farkı var, yani uçuş yaklaşık 4,5 saat sürüyor. Yurtdışı yolculuklarda yanımda yabancı birisinin oturmasını ve onunla sohbet etmeyi seviyorum. Bu sefer de şansıma yabancı birisi denk geldi fakat belli ki çok yorgundu ve tüm yolu uyuyarak geçirdi. Böylece ben de bu seyahat için getirdiğim Ihsan Oktay Anar’ın Galiz Kahraman kitabında iyice ilerledim ve dönüş yolculuğunda da bitirdim. Madrid havaalanında uçaktan inerken körüğün hemen çıkışında ön pasaport kontrolü diye tanımlayabileceğim bir uygulama vardı. Burada Kuzey Afrikalı olduklarını tahmin ettiğim yolcuları bekletiyorlardı. Uygulamanın tam amacını bilmiyorum ama bana biraz ırkçı bir uygulama gibi geldi. Pasaport kontrolünün ardından Madrid Chamartin Tren Garı’na geçtik. Buradan Avila’dan gecen ilk trene bilet aldık, sansımıza yaklaşık 20 dakika sonra bir tren vardı. Dış yapısından koltuk dizilimine kadar Türkiye’deki hızlı trenlere benziyor, her ikisinin de ayni elden çıktığı belli oluyordu. Madrid Avila arası yaklaşık 1,5 saat surdu. Yolculuk sırasında arazide bol bol ceylan, geyik, koyun ve İspanya’nın simgesi olan boğa gördük. Avila’ya vardığımızda bizim gibi güneşin de enerjisi tükenmişti ve dinlenmeye çekiliyordu.

resim3

www.hotels.com üzerinden yaptığım rezervasyon sonucunda gecelik 40€ vererek seyahatim suresince Avila’da Hotel Las Moradas adında bir otelde konakladım. Yurtdışındaki otellerin kahvaltılarından genellikle memnun kalmadığım için ve çevredeki fırınları denemek amacıyla kahvaltı almadım. Sabah yine de kahvaltısı nasılmış diye baktığımda yaptığım seçimin doğru olduğunu anladım. Otel rezervasyonumu tek kişilik oda olarak yapmıştım, bu sebeple küçük bir oda bekliyordum ama gayet geniş bir twin oda verdiler. Otelin konumu toplantıların yapıldığı konferans merkezine 15 dakikalık yürüme mesafesinde bulunuyordu ve zaten küçük olan Avila’nin merkezinde sayılırdı. Sonuç olarak otel hakkında genel bir değerlendirme yapacak olursam memnun kaldım.

resim4

İlk sabah kahvaltıyı otelin hemen yanındaki fırında yaptım. Yurtdışında vejetaryen beslendiğim için peynirli domatesli bir sandviç yemeği umuyordum. Fakat fırındaki tüm sandviçler bir şekilde et içerdiği için çikolatalı kruvasan ve kahve ile kahvaltımı yapmış oldum. İki kruvasan ve bir kahve için 2,5€ ödedim. İlk gün 08.30 -15.30 arasında toplantım vardı. Toplantı çıkısında Avila’nin meşhur surlarını gezdim. Eski şehir olarak tanımlanan bölge tamamen tarihi surlarla çevrili durumda. Surlar tabiî ki çeşitli devirlerde restorasyon görmüş fakat hala üzerine çıktığınızda sizi eski cağlara götürebilecek kadar etkileyici. Sur şehri çepeçevre sarmasına rağmen, surun bir kısmı çeşitli binaların duvarı olarak kullanıldığı için, üzerinde dolanarak bir çember gibi başladığınız noktaya geri dönemiyorsunuz. Üzerinden gezilebilen yer iki kısma ayrılıyor. İlk kısım bir hayli uzun ben fotoğraf çekerek ve etrafı izleyerek yaklaşık 1 saate gidip geldim. Bu bolümde sonuna kadar gittikten sonra geri dönüşü mutlaka surun üzerinden yapmak zorunda değilsiniz,  aralarda bulunan bir kaç noktadan aşağı inerek şehrin içinde bir kahve içip dinlendikten sonra da ikinci bolüme çıkabilirsiniz. İkinci bölüm çok daha kısa ve aslında birinci kısmı gezdikten sonra çok yeni şeyler vaat etmiyor. Surdan sonra ön duvarı surla bitişik olan büyük katedrali gezdim. İçerideki simgeleri ve yapı hakkında diğer bilgileri anlatan kulaklığı da alarak yaklaşık 1,5 saat katedralde oyalandım. İlk kez gotik bir katedralde bulunmam sebebiyle bana ilgi çekici geldi, fakat benzer veya daha büyük bir katedral görenler için cazip bir mekân olmayabilir. Katedrali gördükten sonra aksam konferans misafirleri için verilen resepsiyona katıldım. Resepsiyon günümüzde müze olarak kullanılan, bizdeki avlulu evlere benzer mimariye sahip iki katli bir binada gerçekleşti. Resepsiyonun ardından surları gezerken gördüğüm hemen surlarında dibinde geniş bahçeli hoş bir restoranda akşam yemeğimi yedim. Maalesef ana yemek olarak vejetaryen yiyecekleri yoktu, bu sebeple salata ile idare etmek durumunda kaldım. Yemek sonrası sokaklarda biraz dolaşıp meydanda futbol oynayan ve zumba yapanları izledikten sonra otele döndüm. Yazıya burada ara veriyorum, ikinci kısımda Salaman ve Madrid’den bahsedip dönüş yolculuğu ile yazıyı tamamlayacağım.

resim6

Fotonik 2016

Bu yazımda optik ve fotonik konusunda Türkçe düzenlenen en geniş katılımlı ve tanınmış konferans olan Fotonik Konferansı’ndaki notlarımı paylaşacağım. Konferansın 18.’si Bilkent Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 23 Eylül 2016 tarihinde gerçekleştirildi. Konferansa 500’den fazla katılımcı ilgi gösterdi. Konferansta 7 çağrılı sözlü sunum ve 88 poster sunumu yapıldı. En iyi poster ödülünü Bilkent Üniversitesi’nden sevgili dostum Ahmet Turnalı, geliştirdiği 3 boyutlu fonksiyonel silikon işleme yöntemi ile kazandı.

Konferansın ana konuşmacısı Cambridge Üniversitesi’nden Mete Atatüre’ydi. Konuşmanın başlığı Kuantum Işık Kaynaklarıyla Oyunlar olarak belirlenmiş. Konuşmada temel olarak kuantum dolanıklık (quantum entanglement) oluşturma çalışmaları anlatıldı. Kuantum objelerinin birbirleri ile etkileşimi için normal şartlarda fiziksel olarak yakın konumlarda bulunmaları gerekir fakat ışık yayınımı sayesinde fiziksel olarak uzak olan kuantum objelerde de kuantum dolanıklı gözlemlenebiliyor. Dr. Atatüre konuşmasında kuantum silme (erasure) ile kuantum objelerin birbirleri ile iletişime girmesine bile gerek kalmadan kuantum dolanıklı oluşturmanın yöntemini ve araştırma grubu ile elde ettikleri sonuçları açıkladı.

Gazi Üniversitesi Fotonik Araştırma Merkezi’nden Süleyman Özçelik konuşmasında merkezde yürütülen çalışmalardan bahsetti. Fotonik Araştırma Merkezi’nde IR detektörlerde kullanılan Ge kristallerin 4” çapında büyütülebildiğini aktardı. Bununla birlikte %23 verime sahip fotovoltaik güneş hücrelerin üretebildiklerini ve hedeflerinin %27 verime ulaşmak olduğunu açıkladı. Geliştirilecek olan milli uydu için de fotovoltaik güneş hücrelerini üreteceklerini belirtti. Bunlara ek olarak erken uyarı sistemlerinde kullanılan UV detektör geliştirme çalışmalarının olduğunu ve otomobillerde klima verimliliğini artırarak yakıt tüketimini düşürecek olan IR yansıtıcı cam üretimini gerçekleştirmek istediklerini söyledi.

Koç Üniversitesi’nden Sedat Nizamoğlu konuşmasında biomalzemelerden üretilmiş optik cihazları anlattı. Öncelikle geleneksel dikiş yöntemleri yerine, zarar görmüş dokuların lazerle tekrar birbirlerine tutturulması konusunda gerçekleştirilen çalışmalar gösterildi. Bu konuda lazerin doku içerisinde daha derinlere inmesini sağlayan fakat vücuda zarar vermeyen ve operasyon sonrasında vücuttan çıkarılma ihtiyacı duymayan malzemelerden üretilmiş ışın yönlendirici geliştirme çalışması aktarıldı. İkinci olarak canlı hücre kullanılarak lazer geliştirilmesi çalışması açıklandı. Bu çalışmada hücre içerisine enjekte edilen boyalar sayesinde hücre lazer ışıması gerçekleştirebiliyor ve bu işlem sonrasında canlılığını sürdürebiliyor. Son olarak ise LED aydınlatmalarda kullanılan kubbelerin ipekten yapılarak doğaya zarar vermeden çözünebilir hale getirilmesini amaçlayan çalışma sunuldu.

Bilkent Üniversitesi’nden Bayram Bütün terahertz ışınlar ile malzeme tanım ve teşhisi konusundaki çalışmalarını aktardı. Malzemelerin temassız ve hızlı bir şekilde tespitini sağlayan cihazın geliştirilme aşamasında uygulanan yöntemler açıklandı. Optik olarak pompalanan antenler sayesinde terahertz frekansında dalgalar üretiliyor. Terahertz üretici sistemin veriminin artırılması için gönderilen ışığı yoğunlaştıran optik nanaoantenler kullanılıyor. Üretilen dalgaların örnek malzeme üzerine gönderilmesi sonucunda geçirme veya yansıtma dalga boyları incelenerek malzemenin cinsi tespit ediliyor. Toplanan verilerin kıymetlendirilmesinde temel bileşen analizi (principle component analysis) yöntemi kullanılıyor. Üretilen cihazın optik, yazılım, mekanik, matematik ve istatistik tüm altyapısı araştırma grubu tarafından geliştirilmiş.

Boğaziçi Üniversitesi’nden Mehmet Burçin Ünlü sunumunda fotoakustik görüntülemenin biyoloji ve tıptaki uygulamalarını anlattı. Fotoakustik görüntüleme temel olarak lazer ile ısıtılan hücrede gerçekleşen genleşme soncunda oluşan titreşimin ultrason veya benzeri alıcılar ile tespit edilmesi ve görüntüye dönüştürülmesidir. Yapılan araştırmada femto saniye lazer kullanılarak kan içerisindeki hemoglobinlerin zarar görmesinin önüne geçiliyor ve hemoglobinden çıkan titreşimlerin optik cımbız (optical tweezers) içerisinde tutulan moleküle çarpması sonucu oluşan hareket sonucunda hemoglobin hakkında veri elde ediliyor. Elde edilen bu veri görüntüye dönüştürülüyor.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Emre Yüce programlanabilen fotonik başlıklı bir sunum yaptı. Sunumunda ışığın zaman, frekans ve uzayda nasıl kontrol edilebileceğini ve bunun sonucunda elde edilebilecek kazanımları açıkladı. Işığın bu şekilde kontrol edilmesi ile optik iletişim ve işlemci geliştirme şansı yakalanıyor.

Konferansta en iyi poster ödülünü alan çalışma silikon malzemenin yüzeyine zarar vermeden iç kısmının 3 boyutlu olarak işlenmesine imkân veren bir yöntem geliştirilmesi. Bu yöntemde düşük güçlü bir lazer işlenmek istenen malzemenin iç kısmına odaklanıyor. Silikonun arka yüzeyinden yansıyan ışın ile girişim yaparak iç kısımda yüksek enerji oluşturuyor ve bu noktada silikonun kristal yapısını değişmesini sağlıyor. Bu yöntemle geliştirilen çeşitli uygulamalarda gerçekleştirilmiş. Bunlardan ilki silikon içerisinde hologram oluşturma çalışması. Bir diğerinde silikon içerisine akışkan kanallar açılarak çip üzerinde teşhis yapabilen ekipman geliştirilmesi. Son olarak ise silikon içerisinde optik dalga kılavuzu (waveguide) oluşturarak ışığın yönlendirilmesine yönelik bir cihaz geliştirilmiş.

Son olarak konferansın genel yapısı ile ilgili notlarımı ve görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Daha önceki yıllarda bir yıl Ankara’da bir yıl İstanbul’da yapılmak üzere organize edilen konferans bundan sonra bir yıl Bilkent Üniversitesi’nde bir yıl da Koç Üniversitesi’nde yapılacak şekilde tekrar formatlanmış. Bu yıl yapılan organizasyonda her yıl olduğu gibi çay kahve molaları geniş tutularak katılımcıların birbirleri ile tanışmalarına ve aralarındaki ağı güçlendirmelerine yeteri kadar zaman tanınmış. Bunun yanında posterler için ayrılan alan maalesef gezmek için yeterince geniş değildi. Yaklaşık her yıl benzer sayıda poster katılımı olmasına rağmen, 75-100 arası, poster sunumları için ayrılan alan posterlerin incelenmesini ve kişiler arasında etkileşimi destekleyecek yapıda değildi. Umarım bundan sonraki konferanslarda daha geniş poster sunum alanları oluşturularak çalışmaların daha geniş incelenmesine olanak sağlanır. Bununla birlikte poster sunumlarının incelenmesi için ayrılan öğle arası zaman olarak gayet yeterli durumda. Önümüzdeki sene Koç Üniversitesi’nde yapılacak konferansta tekrar birlikte olmak umuduyla…

Meslek Lisesi Koçları Projesi Bölüm 5: Zaman Yönetimi

bulusma3

Projede öğrencilerle üçüncü buluşmamızda zaman yönetimi konusunu konuştuk. Diğer koç arkadaşlarla birlikte buluşma için okula gittiğimizde okul müdürünün odasına uğradık ve çay eşliğinde biraz sohbet ettik. Odada bizim yaptığımız koçluk projesine benzer sosyal çalışmalardan pek hoşlanmayan bir hoca da vardı. Son dönemde yaşanan olaylara kayıtsız kalmamak ve okulun ismini aldığı Şehit Sertaç Uzun’u anmak için lisede bir program düzenleniyormuş. Sosyal programlardan hoşlanmayan bu hoca da müdürün odasına gelerek bu anma töreni için öğrencilerin dersinden alınmasına itiraz ediyordu. Okul müdürü, hocaya neden bu tarz etkinliklerin öğrencilerin gelişimi için önemli olduğunu çok güzel bir üslup ve sabırla açıkladı. İnşallah okulumuzun müdürü gibi kişiler daha da çoğalır ve okullar toplumsal birlik ve beraberliğimizi tesis etme görevlerini daha iyi şekilde yerine getirir.

Çayın ardından çalışmamızı yapacağımız sınıfa gittiğimde içeride bu sefer dört kişi vardı. Bir önceki buluşmada üç kişi fire vererek beş kişi kalan gruptan bir kişiyi daha kaybetmiştik. Daha sonra öğrendim ki buluşmamıza katılamayan arkadaşımız şehitleri anma programındaki koro çalışmasında olduğu için bizim programımıza dahil olamamış. Sınıftaki dört arkadaşımızla önce zaman yönetiminin ne demek olabileceğini konuştuk ve bir hafta içerisinde hangi işlere kaç saat ayırdığımızı yazarak tespit etmeye çalıştık. Bu uygulamada haftalık yaptıklarının toplamı 200 saatin üzerinde olan bir arkadaşım oldu. Bir haftada toplam 168 saat olmasına rağmen 200 saatlik aktiviteyi nasıl yaptığımı sorduğumda, okulda cep telefonu ile ilgilendiğini ve aynı ana hem okulu hem de telefonu sığdırabilmesi sayesinde zamanı genişletebildiğini söyledi.

Daha sonra gün içerisinde yapmak istediğimiz işlerimizi kategorize edebilmek için “önemli” ve “acil” kavramlarını konuştuk.  Önemli kavramını kısaca şöyle tanımladık: Daha önceki buluşmamızda belirlediğimiz hedeflere ulaşma yolunda etkili olacak eylemler. Acili ise, kısa süre içerisinde yapmayıp ertelediğimizde daha sonra bu eylemi gerçekleştirmemizin kayda değer bir kıymeti olmadığı durumlar şeklinde ele aldık. Bu iki kavramı oluşturduktan sonra günlük hayattaki işlerimizi bu iki kavramın ikili kombinasyonu şeklinde sınıflandırmaya çalıştık ve örneklerimizi tahtaya yazdık.  En eğlendiğim etkinlik bu oldu, yazılanların bazıları beni epey güldürdü. Bunlardan birkaçını burada paylaşmak istiyorum. Arkadaşlarımdan birisi önemli-acil kısmına uyumayı yazmıştı, önemliyi anladığımı fakat acil kısmını biraz açmasını istediğimde şunu söyledi: O kadar geç saate kadar oturuyorum ve uykusuz kalıyorum ki artık uyumak haricinde hiçbir şey yapamıyorum, bu sebeple acil konumuna geliyor. Eğlenceli paylaşımlardan bir diğeri de önemli- acil olmayan bölümündeki “mezun olmak”. Ama benim en beğendiğim önemsiz-acil kısmına yazılan “futbol” oldu. Nedenini sorduğumda aldığım cevap şu: Arkadaşlarla futbol oynamak benim ilerideki hedeflerime doğrudan katkı sağlamıyor, bu sebeple önemsiz. Ama arayıp takımda eksik var dediklerinde maça gitmezsem ayıp olur, bu sebeple de acil.

Buluşmamızda son olarak kısa bir video izledik. Zaman yönetiminin temelini oluşturan, önemli işlere öncelik verme felsefesini anlatan kısa bir uygulama. Belki çeşitli şekillerde daha önce bu mantığı duymuş veya benzer bir hikâyeyi dinlemiş olabilirsiniz. Bilmeyenler için yine de ben burada paylaşmış olayım, burayı tıklayarak videoya ulaşabilirsiniz. Videoyu izlemeye üşenenler için içeriği kısaca anlatayım. Bir kadının önünde iki ayrı kap var, birisi öncelikle bir miktar çakıl taşı ile dolduruluyor ve sonrasında kadından elindeki büyük taşları bu kaba sığdırması isteniyor. Tabi ki kaba sığmıyor, ikincisinde ise öncelikle büyük taşları koyması ve sonra çakıl taşlarını sığdırması isteniyor. Bu sefer aynı miktardaki taş kabın içine yerleştirilebiliyor. Büyük taşlar, önemli işlerimizi; çakıl taşları ise önemsizleri temsil ediyor. Sonuç olarak zaman çizelgemizde öncelikle önemli işlere yer vermeli daha sonrasında kalan aralıklara önemsizleri sıkıştırmalıyız deniyor ve video bitiyor. Fakat önemli olarak düşündüklerinizi önce yerleştirmenize ve önemsizleri tamamen hayatınızdan çıkarmanıza rağmen kabınız hala almıyorsa ne yapabileceğinizi ben de bilmiyorum. Hatta bu sorunun cevabını bilen varsa ben de öğrenmek isterim.

Meslek Lisesi Koçları Projesi Bölüm 4: Güvenle Hedefe Doğru

meslek lisesi 2

Meslek Lisesi Koçları Projesi’nde grubumla ikinci buluşmayı da gerçekleştirdik, buluşmanın başlığı güvenle hedefe doğru. Bu başlık çerçevesinde gruptaki öğrencilerin güçlü yanlarını fark etmelerini sağlayarak özgüvenlerini yükseltmeyi amaçladık. Bunun için bir önceki buluşmada olduğu gibi aynı sınıfa koçluk yaptığımız arkadaşlarla uygun bir gün belirleyip öğrencilere haber vermeleri ve buluşmalar için uygun mekânlar hazırlamaları için okulla ve ulaşım için şirketimizle iletişime geçtik.

Okula vardığımızda müdür yardımcısı sınıftan üç öğrencinin ayrıldığını ve bu sebeple artık onların projeye katılmayacaklarını söyledi. Tam aramızda bu diyalog geçmişti ki benim sınıfımın önüne geldik ve ben diğer koçları ile müdür yardımcısının yanından ayrılarak grubumun olduğu sınıfa girdim. Sınıftaki beş arkadaşımla selamlaştıktan sonra müdür yardımcısının bahsettiği ayrılan üç öğrencinin tamamının benim grubumdan olduklarını geride kalan arkadaşlarından öğrenmiş oldum. İlk buluşmaya da bu arkadaşlardan birisi yarı zamanlı katılmıştı zaten. Sonuç olarak sınıfta yaşanan üç kişilik kopuşun tamamı bizim grubumuzdan olmasına rağmen grup olarak önemli bir değişim yaşamadık. Umarım bir sonraki buluşmada daha fazla kan kaybetmeden projeye devam edebiliriz.

Projenin bu buluşmasında üç temel aktivite yapılması planlanmış. Bunlardan ilki “güçlü yön” kavramının ne demek olduğunu anlamayı amaçlıyor. Bunun için güçlü yan nedir, neden önemlidir gibi konularda kısaca sohbet ettik. Ardından Carnegie Mellon Üniversitesi’nden bir hocanın videosunu izledik. Grubun tamamı yaklaşık 10 dakikalık bu konuşmayı altyazılı olmasına rağmen takip edip kendi görüşlerini paylaştılar. Bu motive edici konuşmayı izlemek isteyenler için linki burada (Randy Pausch Son Ders).

Güçlü yön kavramından hepimizin yaklaşık aynı şeyi anladığımıza kanaat getirdikten sonra bir mola verdik. Mola dönüşü için anlaştığımızı saate maalesef sadece bir arkadaşım uydu, fakat bu durum ile ilgili sitemimi diğerlerine bildirdiğimde tekrar benzer bir durum ile karşılaşmayacağım yönünde beni ikna ettiler. Molada arkadaşlar diğer grupların çalışmalarını biraz baltalamışlar ve diğer koçların birinden beklemedikleri düzeyde sert bir tepki almışlar. Buna rağmen sonraki buluşmalarda da benzer trollemelere devam edeceklerini tahmin ediyorum. Çünkü bu olayı anlatırlarken çok eğlenmiş oldukları her hallerinden belli oluyordu ve yüzlerinde biraz hınzır bir gülümseme ile birlikte çok mutlu bir ifade de vardı.

Mola dönüşünde artık üzerinde mutabık olduğumuz güçlü yön kavramını göz önüne alarak kendi güçlü yanlarımızı öğrenmeye çalıştık. Bunun için öncelikle kendimize ailemiz, arkadaşlarımız gibi yakınlarımızın gözünden bakarak onlar bizim hangi yönlerimizi takdir ediyor sorusunun cevabını aradık. Bu sayede kendi içimize de dönerek güçlü yanlarımızı tespit etmeyi amaçladık. Fakat arkadaşlarımın hiçbiri tam olarak istediğim sonuca ulaşamadı. Konuştuklarımızdan anladığım kadarı ile, bu durumun sebebi öncelikle ailelerin ve öğretmenlerin evlatlarına ve öğrencilerine iyi yaptıkları işler konusunda yeterli geri bildirimi vermemeleri ve başarılarını hakkıyla takdir etmemeleri. Umarım buna rağmen güçlü yanlarını bir şekilde tespit edebilmeleri için onları heyecanlandırabilmişimdir.

Planlanan son aktiviteyi ise demokratik bir şekilde oyladık ve oybirliği ile yapmamaya karar verdik. Grubumun yanına gitmeden önümüzdeki buluşma ile ilgili faaliyetleri nasıl gerçekleştirebilirim diye çalışıyorum.  Bu buluşma için de hazırlığımı yaparken yapılması önerilen son aktivitenin pek uygulanabilir olmadığını düşündüm. Bu sebeple arkadaşlarıma kısaca bu aktivitenin ne olduğunu anlatıp hep birlikte tüm gereklerini yerine getirerek yapmak isteyip istemeyeceklerini sormaya karar verdim. Sonuç beklediğim gibi hayır oldu. Eğer oylamadan yapalım kararı çıksaydı, gruptaki öğrenciler gözlerini kapayacak ve ben de koçları olarak onlara yaklaşık yarım sayfalık bir metin okuyacaktım. Bu metin boyunca, kendi güçlü yanlarını yaşamlarında ön plana çıkardıklarını ve bu sayede elde ettikleri başarıları hayal edeceklerdi. Benzer çalışmayı ortaokuldaki müzik öğretmenimiz bize yaptırırdı. Yaklaşık altmış kişilik sınıfta sessiz bir ortam sağlamak mümkün olmasa da ben gözlerimi kapatarak rahatlamaya ve yapılan bu bir nevi meditasyona kendimi bırakmaya çalışırdım. O dönemde yaptığımız bu uygulama sonunda kendimi rahatlamış ve motive olmuş hissederdim. Gruptaki arkadaşlarımın da benim yaşadığım hisleri paylaşmalarını canı gönülden istedim, fakat kendi tercihleri bu yönde olmadı. Bu olmadı ama en azından oylama sonucu benim isteğim değil onlarınkinin olması demokrasiye inançlarını artırmış olsun, bu da olumlu.

Meslek Lisesi Koçları Projesi Bölüm 3: Açılış Buluşması

acilis

Aynı sınıfa koçluk yaptığımız arkadaşlarımla birlikte okulların ilk dönemi bitip yarıyıl tatili başlamadan önce gruplarımızla ilk buluşmayı yapmak istedik. Tez önerisi sunumum, TÜBİTAK bursunun evraklarını hazırlama ve işyerinde yazdığımız TÜBİTAK projesinin hakem sunumun da olduğu yoğun bir haftanın içerisine MLK buluşmasını da yerleştirmek durumunda kaldım. Bu yoğun haftanın sonunda tüm bu işleri halledebilmiş olmak güzeldi.
Buluşma tarihi olarak kararlaştırdığımız 12 Ocak’tan bir hafta önce okula geleceğimiz tarihi bildirdik ve yapacağımız etkinlik için gruplarımızla kullanabileceğimiz mekânlar ayarlamalarını istedik. Okula vardığımızda tüm gruplar için sınıflar ayrılmıştı. Müdür yardımcısının nazik karşılaması ve bizleri tek tek sınıflarımıza kadar götürmesi okul yönetiminin projeye verdiği önemi ve desteği göstermesi açısından çok hoşuma gitti. Buluşmamızı yapacağımız sınıfa girdiğimde içeride altı kişinin olduğunu gördüm, iki arkadaşımız yoktu. Kısa bir hoşbeş muhabbetinden sonra arkadaşlara programı anlatmak ve varsa sorularını cevaplamak istedim. Fakat bazıları bu projede benden daha tecrübeliydiler. Geçtiğimiz sene de 10. Sınıfı okuyup bu projeye dahil olmuşlar, fakat okulda sınıf tekrarı yaptıkları için projede de tekrar aynı yılı yaşıyorlardı. Buna rağmen kısaca projeyi anlattım ve soruları aldım. Tek sordukları soru bu sene gezi yapıp yapmayacağımızdı. Bu sorudan anladığım kadarıyla yaptığımız projeden en önemli beklentileri bir gün de olsa farklı bir aktivite yapıp güzel vakit geçirmek.

Daha fazla soru gelmeyince kısaca kim olduğumuzdan bahsederek grup olarak tanışmış olduk. Program dâhilinde hem kendimizi daha iyi tanımak hem de gruptakilere kendimizi anlatmak için tasarlanmış olan küçük bir tanışma oyunu oynadık. Bu oyunda rastgele seçtiğimiz açık uçlu ve kendimiz ifade etmemize imkân verecek sorulardan birisini cevapladık. Grubun bu oyunla ve dolayısı ile kendini aktarma ile çok alakadar olduğunu söylemek güç, fakat yine de buluşma çerçevesinde yapmak istediğim her aktivitede olduğu gibi bunda da beni kırmadılar ve katıldılar.

Bu buluşma çerçevesinde programın etkinliğini ölçmek için gruptaki öğrencilere bir anket yaptık. Aynı sorulardan oluşan anket iki yılın sonunda proje bittiğinde tekrar yapılacak ve katılan öğrencilerin programdan ne ölçüde faydalandıkları anlaşılamaya çalışılacak. Umarım hem anket hem de proje amacına ulaşır.

İlk buluşmamız biterken gruptaki arkadaşların benden ilginç bir isteği oldu. Bundan sonraki buluşmaların da özellikle salı günleri yapılmasını istediler. Bunun sebebini sorduğumda o gün olan derslerini çok sevmediklerini söylediler. Benzer durumun diğer gruplarda da olduğunu diğer grup koçlarından öğrendim. Tüm sınıfı derslere karşı bu kadar isteksiz hale getirebilecek kişilerin olması üzücüydü. Bu buluşmadan kalan güzel izlenim ise gruptaki öğrencilerin projeye karşı ilgisiz gibi görünmelerine karşı bazı motive edici konuşmalardan sonra gözlerinin içindeki pırıltıyı görmekti. Gördüğüm o pırıltı maalesef şimdilik uzun süre kalıcı olmuyor ama projenin sonunda tüm öğrencilerde değilse bile bazılarında başarma isteği ve hayata karşı ümit uyandırabilirsek projenin amacına ulaştığını düşüneceğim.

Üzülerek söylemeliyim ki bu yazısıyı istediğim zaman aralığı içerisinde bitiremedim ve yayınlamak için geç kaldım. Umarım bundan sonraki yazıları planladığım vakitte hazırlayabilirim.

Meslek Lisesi Koçları Projesi Bölüm 2: Tanışma Toplantısı

16 12 (27)Proje hakkındaki bu yazımda projenin yürütüleceği okula öğrencilerle topluca tanışmak için ilk kez gittiğimde gördüklerimi ve düşündüklerimi anlatacağım. Öncesinde biraz projenin mekanikleri hakkında bilgi vermek istiyorum. Projenin asıl formatında koçlar gibi öğrencilerin de projeye gönüllü olarak katılması var. Gönüllü öğrencilerin belirlenmesi için koçların işyerlerinde olduğu gibi öğrencilerin okullarında da projenin duyurusu yapılıyor ve katılmak isteyenler okul yönetimi ile iletişime geçiyor. Orijinal formatta 12 kişilik öğrenci grubu ile 2 koç eşleştirilerek daha önceden belirlenmiş aktiviteler gerçekleştiriliyor. Bizim uygulamamız bu formattan bir parça daha farklı. Şirketimizden koçluk için yeteri kadar gönüllü olması sayesinde okuldaki tüm öğrencilere koçluk yapılabiliyor. Bu sebeple okuldaki öğrencilere projenin duyurusu daha önceden yapılmamış ve biz bu tanışma toplantısında, onların bu projede gönüllü olarak yer alacakların varsayarak, hem onlara projeyi anlatmak ve temel sorularını cevaplamak hem de koç ve öğrenci eşleşmelerini açıklamak için Elmadağ Şehit Sertaç Uzun Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne gittik. Formatta yapılan bir diğer değişiklik de grupların sayısı. Yeni formatta, 8-9 kişilik bir öğrenci grubuna bir koç olacak şekilde eşleşmeler yapılmış.

Şirkette tüm koçlar ve şirket koordinatörümüz buluşup hep birlikte okula gittik. Okulda tüm 10. Sınıf öğrencilerinin aynı anda sığabileceği bir konferans salonu olmadığı için görüşmeyi iki oturumda yaptık. Toplantının yapıldığı salonun işçiliği okul öğrencileri tarafından yapılmış. Bu yönüyle manevi anlamı da olan bir salondu. İlk oturumda kimya ve bilişim sistemler sınıflarına proje anlatıldı ve koç öğrenci eşleşmeleri açıklandı. İlk oturumun sonunda öğrendim ki benim proje boyunca birlikte olacağım grubum diğer sınıflardan olacak. İkinci oturum ise makine ve elektrik sınıflarına ayrılmıştı. İki öğrenci grubu arasındaki demografik farklılık herkesin dikkatini çekti. İkinci grupta neredeyse hiç kız öğrenci yoktu. Bununla ilişkili midir bilmiyorum ama ikinci oturum, elektrik ve makine grubu, biraz daha hareketli ve gürültülü geçti. Benim koçluk yapacağım grubun da elektrik sınıfından 8 kişilik bir ekip olduğunu öğrendim. Toplantı sonunda koçlar ile öğrencilerin kısa bir görüşme yapması ve öğrencilerin sorularını daha küçük gruplar içinde cevaplaması planlanıyordu fakat toplantı çıkışında eve gidebileceklerini öğrenen öğrenciler bu aktiviteye pek katılmak istemediler. Bu sebeple sadece grubumdan bazı arkadaşların elini sıkma fırsatı buldum.

Topluca yapılan proje tanıtımı sırasında öğrencilerin hiç soru sormaması benim dikkatimi çekti. Daha öncesinden bilgilendirme da yapılmamış olması ve proje hakkındaki tüm detayların anlatılmamış olmasına rağmen hiç soru gelmemesi garipti. Bu durum bende öğrencilerin proje konusunda benim kadar heyecanlı ve istekli olmadıkları kanısını uyandırdı. Aslına bakılırsa biraz düşündükten sonra projeye yakın ilgi göstermemelerinin ve merak etmemelerinin gayet normal olduğunu anladım. Ben de onlar yaşlardayken bu tarz projelerin hayatta bana neler katabileceğini kestiremiyordum. Bu sebeple lisede olduğum dönemde öğrenci olarak böyle bir projeye katılsaydım yapacaklarım onlarınkinden çok da farklı olmayacaktır. Yapacağımız grup buluşmaları sırasında ekibime öncelikle bu projenin onlara neler kazandırabileceğini fark ettirmeye çalışacağım. Herkesin hayattan beklentisi farklı olacağı için hepsinde aynı farkındalığı oluşturmayı beklemiyorum ama en azından projenin amacıyla uyumlu hayalleri olanları harekete geçirebilirim diye düşünüyorum.

Bundan sonraki yazıda açılış buluşmasındaki tecrübelerimi paylaşacağım.

Meslek Lisesi Koçları Projesi Bölüm 1: Koçluk Eğitimi

MLK Projesi 2015-2017 (4)Günümüzde sosyal sorumluluk projelerinin topluma ve bireylere katkısı hemen herkesin malumudur. Ben de uzun süredir bir şekilde bu tip projelere katılarak gönüllü olarak çalışmak istiyordum fakat hafta içi iş yoğunluğu, hafta sonu da doktora için aldığım izinlerin telafisi ve doktora çalışmaları sebebiyle uygun bir vakit yakalayamamıştım. Doktora sürecinde derslerin bitmesiyle haftalık programım bir nebze de olsa rahatladı ve şirketimizin dahil olduğu tek –en azından benim bildiğim- sosyal sorumluluk projesi olan Meslek Lisesi Koçları programına katılabileceğimi düşündüm. Böylece hem başkalarının hayatında hem de kendi hayatımda küçük de olsa yeni değerler üretebilecektim.

Bu program boyunca yaşadığım tecrübeler hakkında burada yazmayı planlıyorum. Bu ilk yazımda programın başlangıcında aldığımız koçluk eğitiminden bahsedeceğim. Meslek Lisesi Koçları programında gönüllü koç olarak yer almak isteyen herkes bir tam gün süren koçluk eğitimini almak zorunda. Yoksa projede yer alamıyorsunuz. Tabi ki bu durum biraz esnetilmeye müsait. Gün içinde çok abartmamak koşuluyla gidip gelebiliyorsunuz.

Benim katıldığım eğitim Gordion Otel’de gerçekleştirildi. Eğitim ortamı olarak rahat ve ferah olması hoşuma gitti. Eğitim içerisinde bulunan grup çalışmaları için de mekân uygundu. Eğitimin başında projenin mekaniklerinden ve daha önceki yıllarda edinilen tecrübelerden bahsedildi. Asıl kısım olan koçluk eğitimi bundan sonra başladı.

Projedeki amacımız lisedeki öğrencilerin güçlü yanlarını fark etmeleri ve hayatlarının bundan sonrasını kendi potansiyellerine, isteklerine ve bakış açılarına göre tasarlayabilmeleri. Tek günlük koçluk eğitimin ana konusu projenin bu amacına ulaşmak için öğrencilerle nasıl iletişim kuracağımızdı. Bence bu eğitimden akılda kalması gereken en önemli nokta, koçların öğrencileri yönlendirmek yerine onların kendilerini tanımalarına yardımcı olması gerektiği.

Eğitimde koçlar ve öğrenciler arasındaki iletişim dört temel konu üzerinden aktarıldı; dinleme, soru sorma, cesaretlendirme ve geri bildirim. Eğitimin dört başlığından aklımda kalan ve önemli bulduğum hususları birer cümle ile şöyle özetleyebilirim. Dinleme evresinde koç öğrenciye değer verdiğini hissettirecek ve onu yönlendirmeyecek şekilde öğrencinin kendini aktarmasına izin vermeli. Soru sorarken konu ile değil öğrenci ile ilgili ve öğrenicinin kendisi için cevabını vermesi gerektiği tarzda açık uçlu sorular sormalı. Koç, öğrencinin özgüvenini geliştirmek için yaptığı olumlu hareketleri takdir etmeli ve daha iyisini yapabileceği yönünde kendisini cesaretlendirmeli. Son olarak ise koç geri bildirim verirken öğrenciye karşı açık olmalı ve kendisinden istediklerini sebepleri ile birlikte aktarmalıdır.

Eğitimde, koçluk ilişkisi kuracağım kişilerle nasıl iletişim kurmam gerektiğine dair temel konuları öğrenmiş oldum. Eğitim boyunca çeşitli gruplar içinde farklı kişilerle öğrendiklerimi uygulama fırsatı yakaladım. Buna rağmen asıl uygulamaya geldiğinde işlerin hiç de buradaki gibi gitmeyeceğinden eminim. Bu yazıda eğitimde yaşadığım tecrübeyi ve işin teorisini anlatmış oldum, öğrencilerle yapacağımız buluşmalardan sonra da gerçek ortamdaki uygulamaya dair yaşadıklarımı aktarırım.

USMOS 2015

banner2015

Ulusal Savunma Uygulamaları Modelleme ve Simülasyon Konferansı’nın (USMOS) 6.’sı 11-12 Kasım 2015 tarihleri arasında ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezinde düzenlendi. İki yılda bir düzenlene USMOS konferansı modelleme ve simülasyon alanında çalışan kurum ve araştırmacıları ulusal düzeyde bir araya getirmeyi amaçlıyor. Konferansın bu seneki konu başlığı Proje tedarik sürecinde simülasyon tabanlı karar ve planlama: Askeri ve sivil uygulamalar şeklinde belirlenmiş. Konferansın düzenleyicileri bu konu başlığı ile sivil sektörü de modelleme ve simülasyon konulu bu konferansa dahil etmeye çalışmışlar. Buna rağmen konferansın katılımcılarının önemli bir kısmı savunma sektöründendi. Konferansın odak konusunun tedarik sürecinde simülasyon olmasına rağmen iki davetli konuşmacının da bu başlıkla bağlantılı konuşma yapmaması konferansa odak seçilmesinin gelenekten öte önemi olmadığı algısı oluşturdu. Halbuki biri sivil diğeri de askeri alanda olmak üzere tedarik sürecinde simülasyon ve modelleme konusunda çalışan konuşmacılar davet edilseydi konferansın bu yılki konusu daha güzel işlenebilirdi.

Konferansın ilk davetli konuşmacısı NATO Modelleme ve Simülasyon Grubu’ndan (NMSG) Wim Huiskamp’tı. Huiskamp konuşmasında NMSG’nin nasıl bir grup olduğunu ve hangi konularda çalıştıklarını aktardı. Konuşmada araştırmacıların ağırlıklı olarak farklı simülasyonların birlikte çalışabilirliğinin artırılması üzerinde uğraştıklarını belirtti. Aynı harekât ortamında operasyon yürüten farklı unsurlara ait simülatörlerin aynı senaryo üzerinde ve eş zamanlı çalıştırılması NMSG’nin en önem verdiği çalışma alanı. Örneğin, F16, Mirage ve Eurofighter’ın aynı simülasyonda kullanılabilmesi gibi. Konferans dilinin Türkçe olmasına karşın Huiskamp, Türkçe bilmediği için, konuşmasını İngilizce yaptı. Bu durum diğer birçok ulusal konferansta olduğu gibi bana garip geldi. Çünkü Huiskamp davetli konuşmacı olarak katıldığı bir konferansta açılış konuşmaları, diğer davetli konuşma ve akademik sunumların hiçbirini takip edemedi. Bu absürt durum yerine ya yabancı konuşmacı davet edilmemeli ya da konferans dili İngilizce yapılmalı.

Konferansın diğer davetli konuşmacısı NATO Müşterek Harp Merkezi’nden (NJWC) Prof. Erdal Çayırcı’ydı. Çayırcı konuşmasında Türkiye ve NATO’daki modelleme ve simülasyon konularındaki eksikliklerden bahsetti. Konuşmanın dertleşme tadında olduğunu söyleyebiliriz. Kendisi bunu öz eleştiri olarak niteledi. Çayırcı konuşmasında Huiskamp’ın aksine modelleme ve simülasyon konusunda birlikte çalışabilirlik konusuna takılıp kalındığını söyledi. Bu konuda önemli bir noktaya gelindiğini ve bundan sonra asıl önemli olanın hibrit savaş ortamında siber savaş ve sosyal ağlar gibi yeni konuların modellerinin oluşturulup simülasyonlara dahil edilmesi olduğunu aktardı. Çayırcı’nın Türkiye özelindeki en önemli eleştirisi ise modelleme ve simülasyon çalışmalarının bireysel simülasyonlar üzerine sıkışmış olması.

Konferansta benim de bir arkadaşımla birlikte yapmış olduğum bir çalışmam vardı. Çalışmamızda kızılötesi bantta arazi modellemesi ve modelin doğrulanmasını nasıl yaptığımızı açıkladık. Sunuma katılım, diğer oturumlarla benzer şekilde, çok yüksek değildi. Buna rağmen sunum sonrasında dinleyicilerden soru gelmesi, çalışmamızın en azından dinleyiciler tarafından ilgi görmesi sevindiriciydi.