Category Archives: Teknoloji

Scrum’ın Ardından

Jeff Sutherland’ın Scrum kitabını bitirdikten sonra aklımda kalanları ve üzerine düşündüklerimi not almak istedim. Kitapta anlatılan Scrum metodolojisini ben bir çeşit iş yapma yöntemi olarak anlıyorum. Özellikle yazılım geliştirme projelerinde sıklıkla kullanılan bu yöntem Sutherland’in de kitapta belirttiği gibi farklı sektörlerdeki projelere de uygulanabilir ve hatta genel olarak yaşam tarzı olarak kabul edilebilir. 

Scrum metodolojisinde proje kabaca 5-9 kişiden oluşan bir takım tarafından gerçekleştiriliyor. Bu takım projeyi hayata geçirebilecek tüm yetkinliklere sahip kişilerden oluşuyor. “Product Owner” rolündeki takım elemanı neyin yapılacağına karar veren ve bunun sorumluluğunu yükelenen kişi oluyor. Günümüzde bu role “Product Manager” dendiğini de sıklıkla duyuyorum. Hatta bazı şirketler Owner ve Manager pozisyonlarına farklı görev ve sorumluluklar veriyor. İsimlendirmenin ne olduğuna takılmadan bu rolün kabaca projede hangi özelliklerin ne zaman geliştirileceğine takımla birlikte karar veren kişiyi temsil ettiğini söyleyebilirim. Takımda bir de “Scrum Master” olarak geçen bir rol var. Bu rolün ana sorumluluğu takımın amacına yürürken karşılaştığı herhangi bir engelin ortadan kaldırılması ve yapılacakların en hızlı ve verimli şekilde yapılmasının sağlanması.

Projenin gerçekleştirilmesi için karşılaşılan zorlukların ortadan kaldırılmasından bahsetmişken Scrum denilince ilk akla gelen kavramlardan birisi olan “Stand-up Meeting” konusuna da değinmek isterim. Günlük olarak tüm takımın aynı saatte yaptığı ve bir önceki gün yaptıklarından ve bugün yapacaklarından kısaca bahsettiği bir toplantı. Fakat en önemlisi kendisini yavaşlatan veya işini daha iyi yapmasına mani olan bir şey varsa onu aktardığı toplantı. Böylece hedefe giderken karşılaşılan zorluklar hemen görünür oluyor hem de ortadan kaldırılması kolaylaşıyor. Bence Scrum yöntemini güçlü kılan en önemli özellikli bu. Genel olarak bu tarz yöntemlerin çevik sıfatına haketmesinin sağlayan özellik uzun bürokratik süreçlerde vakit kaybetmeden yapılması gerekenin ilgililere aktarılması ve harekete geçilmesi. 

Kitap Scrum metodunda uygulanan belli başlı ritüellerin temel motivasyonlarını ikna edici şekilde ve örneklendirerek aktarıyor. Farklı vesilelerle duyduğum ve kendi hayatımda uygularken faydasının gördüğüm Pareto ve Kan-Ban gibi metodlardan da ilham alıyor olması kitabın bana daha yakın görünmesini ve bahsettiği farklı ritüellerin de bende uygulama heyecanı oluşturmasını sağladı.

Scrum yöntemi az kişiden oluşan şirketler için çok faydalı olacağını düşündüğüm bir yöntem, fakat büyük şirketler için bir takım dezavantajlar barındırıyor olabilir. Bununla birlikte büyük şirketlerin de bu yöntemden istifade ettiği hem kitapta anlatılıyor hem de farklı kaynaklardan daha önce işitmiştim. Bu sebeplerle düşüncemde pek de ısrarcı olamayacağım. Scrum uygulayan küçük şirketler içinde problemelere bulunan çözümlerden edinilen bilgi birikimi, herkesin takıma dahil olmasıyla, hızla tüm bireylere aktarılmış oluyor. Böylece benzer sıkıntıyı yaşayan kişi arkadaşının edindiği tecrübeyi kullanarak problemine hızla çözüm üretebilir. Büyük şirketler içinde Scrum takımlarının birbirlerinden bağımsız çalışmaları belki de bir takımın daha önce çözdüğü bir sorunu farklı bir takımın da aynı yollardan tekrar geçerek çözmesini gerektirebilir. Aslında daha önce keşfedilmiş olan kıta her takım için tekrar aynı efor harcanarak çözülmeyi gerektiriyormuş gibi geliyor bana. Kitapta farklı Scrum takımları arasında tecrübe aktarımının nasıl gerçekleştirileceği konusundan bahsedilmiyor, belki ben de kaçırmış olabilirim. Bahsettiğim problem Scrum’ın ilgi alanı olmayabilir. Çünkü, daha üst seviyeden çözülmesi gereken bir sorun denilse ona itiraz edecek değilim. Öte yandan, senin bu soruna çözüm önerin nedir denilirse belki birkaç önerim olabilir fakat eli yüzü düzgün Scrum gibi bir metodoloji önerebilecek durumda da değilim. 

Sonuç olarak, hızlı değişen veye değişebilme ihtimali olan gereksinimlere haiz projeler geliştirirken farklı takımlar tarafından kullanılmış ve hala kullanılmaya devam edilen bu yöntemi derli toplu bir şekilde okuyarak öğrenmek isteyenlere önerebileceğim bir kitap. 

Yeni Kulaklık Deneyimim

Müzikle pek yakın ilgili değilim fakat hemen her gün sesli kitap dinliyorum. Daha önce sesli kitapla ilgili de bir yazı yazmıştım, ona da bu linkten ulaşılabilir (Kitap Dinlemek). Her gün bir saat kadar kulaklık kullanıyorum. İlk önce telefonumun içinden çıkan kablolu kulak içi kulaklığı kullanıyordum. Aslında uzun yıllar, orta okul döneminde walkman kullandığım zamanlardan beri, bu tip kulaklıkları kullandım. Sonrasında bluetooth kulaklıklarla tanıştım. İlk bluetooh kulaklığımı Çin’den uygun fiyatlı, kulak içi, iki kulaklığın kablo ile birbirine bağlı olduğu modellerden biri ile deneme fırsatı buldum. Bu ürünle her gün iş yerine girip çıkarken detektörden geçen biri olarak hayat kalitem bir anda yükseldi ve bir daha kablolu kulaklık almayı düşünmedim. Kablolu kulaklık ile kontrolden geçerken telefonu bırakmak için kulaklığı çıkarmak ve sonrasında tekrar takmak, arada dolaşan kabloyla cebelleşmek, dinleme keyfini sekteye uğratıyordu. Bu kulaklığı spor yaparken de kullanıyordum. Bu tip kulaklıklar için etraftan duyduğum kulaktan çıkma düşme gibi bir problem yaşamadım, fakat su geçirmez olmadığı için terleyince bozuldu. Bu kulaklıktan bir tane daha sipariş verdim ve spor haricinde kullanmaya başladım. İlk bluetooth kulaklığımı kullanırken true wireless olarak adlandırılan modellerden birini de yine Çin’den sipariş etmiştim. Fakat o kulaklıktan hiç memnun kalmadım. Hem bağlantı hem de malzeme kalitesi olarak oldukça kötüydü. 

Sporda kullanamamam ve uzun süreli kullanımda kulağımı rahatsız etmesi sonucu bir de kulak üstü kulaklık almaya karar verdim ve Phlips SHB3075BL/00 aldım. Bu kulaklıktan o kadar memnun kaldım ki kulak için olanın pabucu dama atılmış ve artık sürekli bunu kullanır olmuştum. Fakat, kış ayları geldiğinde bere ile kullanımı pek konforlu olmamaya başladı ve tekrar kulak içi olanı da kullanıma aldım. Fakat kısa süre sonra bozuldu, bu sefer neden bozulduğunu anlayamadım. Bunun üzerine soğuk havalarda kullanım için arkadaşlarımın da tavsiyesi ile Xiaomi Airdots aldım. İlk aldığım true wireless kulaklığa göre iyiydi, fakat zaman zaman bununla da bağlantı sorunları yaşadım. Hala çok memnun olmamakla birlikte bere takmak zorunda olduğum kış günlerinde kullanmaya devam ediyorum.

İki ay kadar önce serviste giderken araç gürültüsünü kesmesi için ve zaman zaman ofiste odaklanarak çalışmak istediğimde yardımcı olabileceğini düşündüğüm için aktif gürültü önleyici özelliği olan bir kulaklık almaya karar verdim. Bir arkadaşım yaklaşık bir yıl kadar önce Sony WH1000XM3 almıştı ve memnun olduğunu söylüyordu. Ben de biraz araştırma yaptım ve Bose QC35 2, Beats Solo Pro ve Beats Studio 3’ü de değerlendirerek ben de Sony WH1000XM3 aldım. Diğerlerini deneme fırsatı bulamadım fakat başka yorumlarda gürültü önleme özelliği diğerlerinden daha iyi olduğu söylendiği için Sony’i tercih ettim. Apple ekosisteminde birçok cihazım olduğu için Beats’e yakınlık hissediyordum, fakat onların gürültü önleme kabiliyetleri yorumlara göre Bose ve Sony’den geri kalıyordu.

Bir aylık kullanım deneyimimde son kulaklığımdan genel olarak memnunum. Diğerlerini kullanmadığım için maalesef bir karşılaştırma yapamayacağım ve sadece WH1000XM3’ü kendi şartlarımda günlük kullanmış birisi olarak gözlemlerimi aktaracağım. Sürekli servis kullanan birisi olarak otobüs gürültüsünü önemli ölçüde kestiğini aktarabilirim. Tamamen sessiz bir ortam oluşturduğunu söyleyemem fakat yolculukları daha az yorucu hale getirdiği muhakkak. Yolda yürürken caddeden geçen araç gürültülerini sadece tekerlek yuvarlanmaları seviyesine indirebilecek düzeyde bir filtreleme kabiliyeti var. Ofis ortamındaki sesleri de önemli ölçüde kesiyor fakat yakınınızda birisi yüksek sesle konuşuyorsa onu tamamen filtreleyemiyor. Bu söylediklerim müzik açmadan sadece gürültü engelleme özelliğini açtığınız durum için olan bilgiler. Eğer müzik açarsanız ve benim kadar az sesle dinleyen birisi değilseniz kesinlikle ortamdan izole hissedebilirsiniz. Sonuç olarak başka benzer kulaklık kullanmamış birisi olarak on üzerinden dokuz verdiğimi söyleyebilirim. Günlük yaşamımın her anında tamamen sessiz bir ortam elde edemiyorum, ama yaşam kalitemi artıracak kadar da iyi. 

Kullanım ve konfor özelliklerine gelecek olursam bana göre en büyük konfor eksiği farklı cihaza bağlanmak için bağlı olduğu cihazdan bağlantıyı kesip tekrar yeni cihaza bağlamak gerekmesi. Durumu anlatmak için kurulan cümle bile yeterince rahatsız ediciyken işlemi yapmak günümüzde bu seviyede bir üründe bulunmasını istemeyeceğiniz kadar keyifsiz. Beats’ler Apple ekosisteminde olduğu için bu konuda çok daha iyi kullanıcı deneyimi sunuyordur diye tahmin ediyorum ve yorumlar da bu yönde. Bununla birlikte Bose da çoklu cihaz bağlanma özelliği sunuyor diye biliyorum. Kullanım konusunda bir diğer kötü diyebileceğim özellik ses ve parça kontrolü için fiziksel düğmeli tuşlar bulunmaması, bunun yerine dokunmatik bir yüzey olması. Bu özelliği estetik olarak hoş bulduğumu söylemeliyim, fakat otomobillerde de yaşadığım gibi kontrollerin sezgisel yapılması pek kolay olmuyor. Özellikle bazen ses kontrolü yapmak isterken elimin kayması sonucu sonraki veya önceki parçaya geçme gibi problemler yaşıyorum.Son olarak hoşuma giden birkaç özelliğe daha değinerek yazıyı tamamlamak istiyorum. WH1000XM3’ün malzeme kalitesinin ve hissiyatının tatmin edici olduğunu söylemeliyim. Kulakları kavrayan ve başınızın üstüne gelen yerdeki deri veya derimsi malzemenin ve genel olarak kullanılan plastiğin göze ve parmaklara hissettirdikleri keyif verici. Ayrıca, saklama kutusu ve kutu içinden çıkan kablo ve uçak bağlantı aparatı güzel detaylar. Bu tamamlayıcı elemanlar bildiğim kadarıyla Bose’de de var, fakat Beats’lerde olmayabilir. Sonuç olarak, ben ilk ay itibariyle Sony’den memnunum fakat değerlendirdiğim diğer kulaklıklardan birisini de tercih etmiş olsam muhtemelen yine memnun olurdum.

My Online World After Covid19

As everybody feels Covid19 epidemic speeded up digitalization of daily life. From my perspective basically I live that quick change in three areas. First one is online shopping. I and my wife were using online shopping websites for various products such as electronics, book, spare for car etc. However, we do not prefer daily or weekly shopping from online grocery. In fact, I was having a bit more tendency to online shopping for daily usage, but it was not enough for switch yet. I was having a question about freshness of vegetables and fruits and expiration date of other products. Pandemic pushed us to cross the line and we tried “sanalmarket”. Since we had a good experience, we continue to use online shopping to buy fruit, vegetables, milk or something like them. We also tried “macrocenter” and “istegelsin” for this kind of shopping. We like “istegelsin” also and still sometimes we use it, but “macrocenter” was not a satisfactory experience. Shopping was taking approximately an hour every week for me. Online grocery shopping avoids me noticeable time loss. We frequently use applications which I mentioned above, but sometimes we need a small piece quickly. In that case there are quick delivery applications, “banabi” and “getir”. They are a bit expensive, but almost instant. We had another change in shopping habit in meals. Almost every weekend we go out and had a launch in a restaurant as family. Since restaurants are closed for eating in place, now we start to order food to home in weekends. It is not the same experience and pleasure, but it is the only choice for now.

Second digitalization change because of Covid19 in my life is occurred in weekly meetings with my friends. Almost every Friday evenings we were hanging out. However, since coffees are closed and curfew it is not possible to meet at outside. Therefore, we moved to online meetings. We meet online and chat again Friday evenings. Online meetings have some small advantages such as not must to drink coffee at night; it affects negatively my sleeping quality. Also, it is appropriate for short attendance. However, online friend meeting is not an alternative for conventional meeting because it is not a full experience. Heaving dinner together, being in a new place complement chatting with friends.

Last topic which I want to mention is online meetups. Before pandemic I was attending some conferences, talks and meetups physically but now all these activities are in online world. This new age brings both pros and cons. It is possible to attend more activities because there is no transportation time loss. Also, since location is not a constraint now there are too many options.  On the other hand, there is less or no chance for network building, they are definitely less funny and since it is easy to abandon, I am less motivated to attend. 

Online Course Part 2

First two courses of the training finished, and I want to share my experience, feelings and thoughts about the courses. Firstly, in my opinion the most beneficial part of the courses is team project. During the course every week you work on a project. For the first two weeks projects are individual activity, later team works begin. Talking about the questions of the project with other students broaden my perspective. Even instructors mention about different ideas in the video part of the course or there are several approaches to topics in the written parts, it is not possible to ask further questions about their perspective to deeply understand another person’s view. However, while working as a team I can instantly and without any time limitation ask questions to my colleagues about their perspective. Moreover, since I need to support my opinions in team projects I feel more motivated to further elaborate my ideas and express them in an elegant way.

Secondly, I need to tell that during the course I realized one more time that worldwide popular companies are not have perfect processes or design and development techniques. In the courses there are several opportunities to connect with other participants via both polls and forums. I carefully follow the results and topics of these parts and saw that engineers from much known companies have similar problems, challenges and process with me. I believe that the only difference of my company or other companies like it is we has started working on this kind of engineering topics later than them. Since the technology changes rapidly we have chance to adopt new technologies faster and create better products.

Lastly I would like say that, not for specifically systems engineering topic but for in more general case, I feel happy just by learning new staff. Following a course feels me better just like reading a novel or watching a movie or visiting a museum. So, I hope to always learn about anything valuable.

New Online Course

Life long learning is a passion for me. I always feel better when I begin a new learning adventure. After my graduation I continued to seek various learning activities. I did not complete my PhD but I learned a lot from that journey too. In fact I more like face to face education, I have convincing reasons for that but it is not the topic of this post,  but for last five years it is a bit more hard for me to attend classes in a physical building regularly. Therefore, I have started to satisfy my learning desire by online courses. 

Two weeks ago I have just started to pursue a new program called Architecture and Systems Engineering: Models and Methods to Manage Complex Systems on MIT xPro. This is my first paid online course. I would like to thank my company to pay it. I heard the program from one of my friend just a week ago to kick off of the course. In a week I adjusted all paper work for purchase of the program with the help of both Roketsan and MIT staff.

Now, first two weeks of the first course of the program had finished. Courses are not only videos which an instructor explain something, but it is an experience which includes reading some text, watching videos, writing in discussion forums and doing graded and project assignments. I spend about an hour daily for four days in a week. For the first two weeks course content and assignments were not too hard but in next weeks I expect that there will be more complicated topics.

In my profession I am working in a team which designs missile launcher systems for aircrafts and UAVs. Since all aircrafts, missiles and launchers are complicated systems with many subsystems, systems engineering approach is a necessary asset for whom deals with this kind of business. So, my main expectation from the course is improving my abilities about challenging with complex systems. Moreover, I hope to refine my insight about global product development mentality. I will update this post or add a new one after end of the first course of the program.

Kitap Dinlemek

Gün içinde önemli miktarda boşa geçen zamanım olduğunu farkettim. İşe gidip gelirken her gün bir saatten fazla zaman kaybediyorum. Gözlemlerim kadarıyla servis kullanan çoğu kişi bu vakti uyuyarak geçiriyor. Ben genellikle uykumu iyi aldığım için yolda uyuma ihtiyacı hissetmiyorum, zaten konforlu bir uyku olmadığı için uyusam dahi faydalı olmadığı kanaatindeyim. Verimsiz geçen bu zamanı kıymetlendirmek için gidip gelirken kitap okuyabileceğimi düşündüm. Fakat aracın sarsıntısı rahat bir okuma ortamı sunmuyor. Bununla beraber, kış aylarında hem sabah, hem akşam yolda geçirdiğim anlarda havanın karanlık olması ile okumak imkansız hale geliyor. Ben de bu vakitleri okuma yerine dinleme ile değerlendirebileceğimi düşündüm. 

Öncelikle podcastlere başladım. Bahri Karaçay’la Bilim’in ve Girişimci Muhabbeti’nin birçok bölümünü dinledim ve düzenli takip ettim. Bunlara benzer farklı podcastlerden de çeşitli bölümlerini dinledim. Dinlemek o kadar keyifli geldi ki bir süre sonra akşamları yaptığım yürüyüşlerde de podcast dinlediğimi, hatta podcast dinlemek için bazen yürüyüşleri uzattığımı farkettim. Fakat podcastte bana yetmeyen bir şeyler olduğunu hissediyordum. Uzun bir podcast dinlediğimde bilgi edinmek konusunda çok küçük bir fayda elde ettiğimi, daha doyurucu bilgiye ulaşmak için kitap karıştırmam gerektiğini gördüm. Kitap bir konuyu anlatmak için belli bir plan çerçevesinde düşünülerek yazılıp, farklı gözler tarafından yayınlanmadan önce incelendiği için, podcast ile kıyas kabul etmeyecek şekilde, bilgi aktarımı açısından üstün bir yöntem. Kurgusal olmayan kitapların yanında, roman ve hikaye gibi sanatsal kaygılarla yazılmış kitapların zihnimde bıraktığı lezzet de podcastlerde bulunamayacak ayrı bir keyif. Bu sebeplerle podcastle vakit kaybetmek yerine doğrudan kitap dinleyebilir miyim diye düşündüm. 

Konuyla ilgili biraz internete baktığımda görme engelliler için sesli kitapların olduğunun gördüm. Fakat bunların çoğu çeşitli kütüphanelere üyelik gerektiriyordu ve görme engelli değilseniz kütüphaneye üye olsanız dahi sadece basılı kitapları kullanabiliyordunuz, sesli kitaplara erişim imkanınız yoktu. Bir şekilde internet üzerinde bazı sesli kitapları mp3 formatında bulup indirdim ve dinlemeye başladım. Sesli kitap dinleme deneyimi hoşuma gitmişti ama yeteri kadar hızlı ve kolay şekilde istediğim kitapların sesli formatlarına ulaşamıyordum. Yine kitapları ararken bir gün  Storytel’e denk geldim ve bu uygulamayı denemeye karar verdim. Uygulamada sınırsız ulaşılabilen birçok Türkçe ve İngilizce kitap vardı ve buradaki kitaplar internetten bulduğum sesli kitaplara göre çok daha iyi bir seslendirmeye sahipti. İçinde tabii ki aradığım her kitap yoktu, fakat içindeki kitaplardan hemen her daim ilgimi çeken bir şeyler buldum.

Bugün baktığımda 20 ayda 200’e yakın kitap dinlemişim. İşe gittiğim her gün mutlaka dinliyorum. Spora veya yürüyüşe çıkarsam orada da dinliyorum. İş seyahatlerine çıktığımda, yolculuk esnasında ve akşamları otelde uzun saatler dinleme imkanım oluyor. Şehir içinde araç kullanırken de dinlediğimi düşününce sesli kitap dinlemek için bir hayli fırsat olduğunu görüyorum. Uygulama dinleme hızını kendinize göre ayarlama imkanı sağlıyor ve ben genellikle 2x hızla dinliyorum, sadece araç kullanırken normal hıza getiriyorum. Böylece günümüzün yoğun şehir hayatında kitaplara daha fazla zaman ayırma imkanı buluyorum. Şunu da belirtmeliyim ki kitap dinlemek, kitap okumanın alternatifi değil. Sadece günümüzde kitaplarla iletişim içinde olmaya yardımcı bir yöntem. Kitap okurken yapabildiğiniz, sayfalara not alma, keyif aldığınız veya önemli bilgiler içerdiğini düşündüğünüz bir paragrafı dönüp, düşünüp tekrar tekrar inceleme imkanınız dinlerken yok. Bu sebeple tekraren belirtmeliyim ki kitap dinlemek, okumanın yerini tutabilecek bir faaliyet değil.

Gelelim biraz da Storytel’in eksik bulduğum yönlerine. Öncelikle yukarıda olumlu olarak söylediğimi tersten söylersek, hemen her zaman dinlemek isteyeceğim kitap bulabilmeme rağmen okumak istediğim her kitabı burada bulamıyorum. Herkesin istediği kitapların tek uygulama içerisinde olmasının mümkün olmadığının farkında olarak bunu söylüyorum. Kitapları farklı yayınevlerinin bastığını düşünürsek sesli kitapta tek uygulama üzerinden bulunamaması gayet anlaşılır karşılanmalı. Fakat, uygulama üzerinde kitap talep etme gibi bir özellik bulunsa dinleyiciler tarafından talep edilen kitaplar daha iyi tespit edilebilir. Belki bu durum kitapların telif haklarının alınması aşamasında Storytel’in pazarlık kabiliyetini azaltabileceği için tercih edilmiyor olabilir. 

Uygulama üzerinde eksikliğini hissettiğim başka özellikler de var. Örneğin, kişisel dinleme verileri ile ilgili daha fazla görselleştirme sunulabilir. En çok dinlenilen saatler, aylık, haftalık dinleme süreleri gibi. Bu özelliklerin herbiri elbette masraf ve böyle ek özelliklere para ayırmak yerine şirket daha fazla kitap sunmayı tercih etmiş olabilir. Şayet durum buysa, iflah olmaz bir dinleyici olarak benim de tercihim daha fazla kitap yayınlanmasından yana olacaktır. İki eğlenceli özelliği şirket yakın zamanda uygulamaya kazandırdı. Bunlardan ilki, muhtemelen eklenmesi istenilen özellikler sorulsa herkes tarafından ilk sırada belirtilecek olan, dinlenen kitaplar hakkında yorum yazabilme özelliği. İkincisi ise siz bir kitabı dinlerken sizinle aynı anda kaç kişinin daha o kitabı dinlediğini görebilmeniz. Uygulamaya bu iki özelliğin gelmesi ileride farklı özelliklerin de eklenebileceğinin işareti. 

Son eleştirim hem bir uygulama özelliği ama daha çok bir tanıtım yöntemi ile ilgili. Şu ana kadar on kadar arkadaşımı çok sevdiğim bu uygulamaya abone yapmışımdır, bir çok diğer uygulamada olduğu gibi Storytel’de de arkadaşını üye yapanlara belirli bir süre ücretsiz üyelik verilebilir. Bunun yerine başka tanıtım yöntemleri seçmek de bir tercihtir ve belki de ticari olarak daha verimlidir. Şimdiye kadar benim görebildiğim tanınmış kişilere iyi podcastler yaptırıp, podcast severlere ulaşmayı amaçlıyorlar. Bir diğer yöntem olarak da İstanbul metrosunda reklamlarına rastlamıştım. Hangi tanıtım kanallarının uygulamanın hedef kitlesi için daha çekici olduğunu bilmiyorum fakat umarım şirket yöneticileri organizasyonun sürdürülebilirliğini sağlamak için en doğru kararları verirler ve ben de uzun süreler bu sayede daha bir çok kitabı dinleyebilirim. 

Son olarak ücretler konusuna gelecek olursak, Storytel’in abonelik fiyatlandırması bence gayet uygun. Ben bu yazıyı yazarken aylık 30 TL üyelik ücreti karşılığında istediğiniz kadar kitabı dinleyebiliyordunuz. Yaklaşık basılı bir kitap fiyatına bir ay boyunca sınırsız kitap dinleyebilmek benim gibi uygulamayı çok kullananlar için cazip bir ücretlendirme. Bunun yanında uygulamada sadece Türkçe değil İngilizce kitapları da dinleyebildiğinizi ve yabancı kitapların fiyatlarını düşünürseniz ne kadar uygun olduğu daha net anlaşılır diye düşünüyorum. Umarım daha fazla insan bu uygulamayı kullanır ve böylece hem daha fazla sesli kitap yayınlanır hem de daha fazla insanla kitaplar hakkında konuşma imkanı yakalarım.  

Endüstri 4.0

Endüstri 4.0 son birkaç yılda sıkça duymaya başladığım kavramlardan birisi. Son zamanlarda arkadaşlarla da bu kavram üzerine konuşuyorduk ve konu hakkında sahip olduğum bilgilerin hemen hepsi kulaktan dolmaydı. Mail kutumda Endüstri 4.0 ile ilgili yarım günlük bir çalıştay olduğunu dair postayı görünce konuyu uzmanlarından dinlemek ve iyice anlamak adına hemen kaydoldum. ODTÜ BİLTİR’den hocaların konuşmacı olarak katıldığı çalıştayda ilk iki sunum genel olarak Endüstri 4.0 kavramından bahsederken diğer sunumlar hocaların konuyla ilişkili olarak kendi yaptıkları araştırmaları aktarması şeklinde geçti.

Hemen her konuşma Endüstri 1.0, 2.0, 3.0 ve 4.0 tanımlarının neler olduğunu söyleyerek başladı. Ben de burada bu aşamaların neler olduğunu tekrar edeyim. Endüstri 1.0 dediğimiz su ve buhar enerjisinin kas gücü yerine kullanılmasıdır. Endüstri devrimi olarak tanımlanan buhar makinesinin icadı bu devrin başlangıcı kabul ediliyor. Endüstri 2.0 ise elektrik enerjisinin kullanılması ve seri üretime geçilmesi olarak tanımlanmış. Endüstri 3.0 bilgisayarlar, robotlar kullanılarak otomatik üretim sistemlerinin geliştirilmesi olarak tanımlanıyor. Şimdi geldik asıl konu olan Endüstri 4.0’a. Diğer üç endüstri devrimi de tam olarak yaşanmış ve görülmüş olması sayesinde daha kolay anlaşılabilir kavramlar olarak duruyor. 4.0 ise tam olarak yaşanmadığı için biraz müphem kalıyor. Birbirleri ile haberleşen akıllı sistemlerin kullanılması Endüstri 4.0 olarak tanımlanıyor. Biraz daha açacak olursak 3.0’da bulunan bilgisayar ve robotlar sadece kendilerine daha önceden tanımlanmış görevleri bireysel olarak yerine getirirken, 4.0’da bulunan sistemler birbirleri ile doğrudan haberleşecek ve değişen durumlara insan müdahalesi gerekmeden kendileri uyum sağlayacaklar. Bana Endüstri 4.0 nedir diye sorulduğunda ise ben şöyle cevap veriyorum. Endüstri 1.0 nasıl ki o dönem üretimde insanların yaptığı en önemli katkı olan kas gücünün makinelere aktarılması ise, Endüstri 4.0’da günümüzde insanların üretime yaptıkları en büyük katkı olan verileri işleyerek bilgiyi oluşturma ve kullanma kabiliyetlerinin makinelere aktarılmasıdır.

Bu noktada bir parça da bilgi yönetimi çerçevesinde bilginin ne demek olduğundan bahsetmek gerektiğine inanıyorum. Biz günlük hayatta bilgi kelimesinin bilgi yönetiminde tanımlanan üç farklı aşama için de kullanmamız sebebiyle bazen karışıklık yaşanabiliyor. Bilginin ne demek olduğunu daha iyi anlamak için en alt basamak olan veriden başlamak gerekiyor. İngilizce “data” kelimesine karşılık gelen veriyi düzenlenmemiş, anlamlandırılmamış fakat ölçülmüş sayılar olarak tanımlayabiliriz. Verinin düzenlenmesi ve farklı verilerle birlikte veya karşılaştırmalı olarak gösterilmesi İngilizce “information” olarak adlandırılıyor. Bunun Türkçe karşılığının ne olduğunu tam olarak bilmiyorum fakat enformasyon ve malumat kelimelerinin kullanıldığını gördüm. Bu da bilgi yönetiminde ikinci basamağı oluşturuyor. İngilizce “knowledge” sözcüğü ile tanımlanan bilgi ise bir önceki basamakta düzenlenen verinin bir amaca yönelik olarak ve bazen tecrübeler de kullanılarak anlamlandırılması olarak açıklanabilir. Endüstri 4.0’da yapılmaya çalışılan yukarıda aktarmaya çalıştığım anlamıyla bilginin (knowledge) oluşturulması ve kullanılmasının insanlardan makinelere, bilgisayarlara, robotlara ve bunların birlikte oluşturdukları sistemlere devredilmesidir.

Endüstri 4.0’ın ne demek olduğunu aktardıktan sonra bu devrimi hazırlayan ve mümkün kılan bazı teknolojileri burada saymam gerektiğini düşünüyorum. Çalıştayda da bu kapsamda bulut bilişim (cloud computing), nesnelerin interneti (internet of things), büyük veri (big data) ve görüntü işleme (image processing) teknolojilerinden ve bu konuda hocaların yaptığı çalışmalardan bahsedildi.

Son olarak ise çalıştay hakkında eleştirilerime gelmek istiyorum. Temelde iki eleştiri noktam var. İlki yapılan çalışmaların hangi kapasite seviyesindeki insanlara yönelik olduğu konusunda çelişkili bir ifade kullanılmış olması. Yapılan konuşmaların bir noktasında Endüstri 4.0 sayesinde öncelikli olarak sınırlı kapasiteli çalışanların veriminin artırılmaya çalışıldığı gibi bir söylem geçti. İlerleyen konuşmada ise bununla çelişkili şekilde normalin üzerinde kapasiteye sahip insanların daha iyi çalışabileceği ortamların oluşturulmasının öncelikli olduğu ifade edildi. Aynı anda olması mümkün olmayan bu iki amaçtan benim tercihim üstün kapasiteli çalışanların üretim kabiliyetinin artırılması yönünde olacaktır. Çünkü Peter Drucker’ın bireysel olarak gelişim konusunda önerdiği güçlü olan yanların geliştirilmesi önceliğinin toplumsal olarak da geçerli olduğu kanısındayım. Benzer şekilde temel ekonomiden de bildiğimiz gibi bir uzay içerisinde her bir ünite en iyi ürettiği ürüne yönelirse toplam üretim en yüksek seviyeye çıkar.

İkinci eleştirim ise sadece halihazırda tespit edilmiş problemlere karşı Endüstri 4.0 uygulaması geliştirerek ilerlenmesi gerektiği yaklaşımına. Çalıştayda kurumların Endüstri 4.0’a geçiş sürecinde var olan problemlerini belirleyip onları çözmek için projeler geliştirmeleri gerektiği üzerinde duruldu ve sadece Endüstri 4.0 olsun diye yenilikler yapılmasının doğru olmayacağı belirtildi. Hatta bu yaklaşım ünlü sanat, sanat için mi yoksa toplum için mi olmalıdır tartışması ile benzetildi. Ben sanatta olduğu gibi Endüstri 4.0 konusunda da sadece şu an görebildiğimiz sorunların çözümü için emek harcanması taraftarı değilim. Bu yaklaşımın yeniliklerin önünü kapadığı görüşündeyim. Yalnızca var olan sorunlara çözüm aramak teknoloji yönetimi tabiriyle takip edenlerin yapacağı bir çalışmadır. Oysaki teknolojiye yön veren, teknolojik lider konumundakiler, burada hem bireyleri, hem firmaları hem de ülkeleri düşünebilirsiniz, günün değil geleceğin problemleriyle uğraşmaktadırlar. Bu sebeple finansman dengesini bozmadan muhakkak bir takım “çılgın” projelerin kovalanması gerektiği kanaatindeyim.

Fotonik 2016

Bu yazımda optik ve fotonik konusunda Türkçe düzenlenen en geniş katılımlı ve tanınmış konferans olan Fotonik Konferansı’ndaki notlarımı paylaşacağım. Konferansın 18.’si Bilkent Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 23 Eylül 2016 tarihinde gerçekleştirildi. Konferansa 500’den fazla katılımcı ilgi gösterdi. Konferansta 7 çağrılı sözlü sunum ve 88 poster sunumu yapıldı. En iyi poster ödülünü Bilkent Üniversitesi’nden sevgili dostum Ahmet Turnalı, geliştirdiği 3 boyutlu fonksiyonel silikon işleme yöntemi ile kazandı.

Konferansın ana konuşmacısı Cambridge Üniversitesi’nden Mete Atatüre’ydi. Konuşmanın başlığı Kuantum Işık Kaynaklarıyla Oyunlar olarak belirlenmiş. Konuşmada temel olarak kuantum dolanıklık (quantum entanglement) oluşturma çalışmaları anlatıldı. Kuantum objelerinin birbirleri ile etkileşimi için normal şartlarda fiziksel olarak yakın konumlarda bulunmaları gerekir fakat ışık yayınımı sayesinde fiziksel olarak uzak olan kuantum objelerde de kuantum dolanıklı gözlemlenebiliyor. Dr. Atatüre konuşmasında kuantum silme (erasure) ile kuantum objelerin birbirleri ile iletişime girmesine bile gerek kalmadan kuantum dolanıklı oluşturmanın yöntemini ve araştırma grubu ile elde ettikleri sonuçları açıkladı.

Gazi Üniversitesi Fotonik Araştırma Merkezi’nden Süleyman Özçelik konuşmasında merkezde yürütülen çalışmalardan bahsetti. Fotonik Araştırma Merkezi’nde IR detektörlerde kullanılan Ge kristallerin 4” çapında büyütülebildiğini aktardı. Bununla birlikte %23 verime sahip fotovoltaik güneş hücrelerin üretebildiklerini ve hedeflerinin %27 verime ulaşmak olduğunu açıkladı. Geliştirilecek olan milli uydu için de fotovoltaik güneş hücrelerini üreteceklerini belirtti. Bunlara ek olarak erken uyarı sistemlerinde kullanılan UV detektör geliştirme çalışmalarının olduğunu ve otomobillerde klima verimliliğini artırarak yakıt tüketimini düşürecek olan IR yansıtıcı cam üretimini gerçekleştirmek istediklerini söyledi.

Koç Üniversitesi’nden Sedat Nizamoğlu konuşmasında biomalzemelerden üretilmiş optik cihazları anlattı. Öncelikle geleneksel dikiş yöntemleri yerine, zarar görmüş dokuların lazerle tekrar birbirlerine tutturulması konusunda gerçekleştirilen çalışmalar gösterildi. Bu konuda lazerin doku içerisinde daha derinlere inmesini sağlayan fakat vücuda zarar vermeyen ve operasyon sonrasında vücuttan çıkarılma ihtiyacı duymayan malzemelerden üretilmiş ışın yönlendirici geliştirme çalışması aktarıldı. İkinci olarak canlı hücre kullanılarak lazer geliştirilmesi çalışması açıklandı. Bu çalışmada hücre içerisine enjekte edilen boyalar sayesinde hücre lazer ışıması gerçekleştirebiliyor ve bu işlem sonrasında canlılığını sürdürebiliyor. Son olarak ise LED aydınlatmalarda kullanılan kubbelerin ipekten yapılarak doğaya zarar vermeden çözünebilir hale getirilmesini amaçlayan çalışma sunuldu.

Bilkent Üniversitesi’nden Bayram Bütün terahertz ışınlar ile malzeme tanım ve teşhisi konusundaki çalışmalarını aktardı. Malzemelerin temassız ve hızlı bir şekilde tespitini sağlayan cihazın geliştirilme aşamasında uygulanan yöntemler açıklandı. Optik olarak pompalanan antenler sayesinde terahertz frekansında dalgalar üretiliyor. Terahertz üretici sistemin veriminin artırılması için gönderilen ışığı yoğunlaştıran optik nanaoantenler kullanılıyor. Üretilen dalgaların örnek malzeme üzerine gönderilmesi sonucunda geçirme veya yansıtma dalga boyları incelenerek malzemenin cinsi tespit ediliyor. Toplanan verilerin kıymetlendirilmesinde temel bileşen analizi (principle component analysis) yöntemi kullanılıyor. Üretilen cihazın optik, yazılım, mekanik, matematik ve istatistik tüm altyapısı araştırma grubu tarafından geliştirilmiş.

Boğaziçi Üniversitesi’nden Mehmet Burçin Ünlü sunumunda fotoakustik görüntülemenin biyoloji ve tıptaki uygulamalarını anlattı. Fotoakustik görüntüleme temel olarak lazer ile ısıtılan hücrede gerçekleşen genleşme soncunda oluşan titreşimin ultrason veya benzeri alıcılar ile tespit edilmesi ve görüntüye dönüştürülmesidir. Yapılan araştırmada femto saniye lazer kullanılarak kan içerisindeki hemoglobinlerin zarar görmesinin önüne geçiliyor ve hemoglobinden çıkan titreşimlerin optik cımbız (optical tweezers) içerisinde tutulan moleküle çarpması sonucu oluşan hareket sonucunda hemoglobin hakkında veri elde ediliyor. Elde edilen bu veri görüntüye dönüştürülüyor.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Emre Yüce programlanabilen fotonik başlıklı bir sunum yaptı. Sunumunda ışığın zaman, frekans ve uzayda nasıl kontrol edilebileceğini ve bunun sonucunda elde edilebilecek kazanımları açıkladı. Işığın bu şekilde kontrol edilmesi ile optik iletişim ve işlemci geliştirme şansı yakalanıyor.

Konferansta en iyi poster ödülünü alan çalışma silikon malzemenin yüzeyine zarar vermeden iç kısmının 3 boyutlu olarak işlenmesine imkân veren bir yöntem geliştirilmesi. Bu yöntemde düşük güçlü bir lazer işlenmek istenen malzemenin iç kısmına odaklanıyor. Silikonun arka yüzeyinden yansıyan ışın ile girişim yaparak iç kısımda yüksek enerji oluşturuyor ve bu noktada silikonun kristal yapısını değişmesini sağlıyor. Bu yöntemle geliştirilen çeşitli uygulamalarda gerçekleştirilmiş. Bunlardan ilki silikon içerisinde hologram oluşturma çalışması. Bir diğerinde silikon içerisine akışkan kanallar açılarak çip üzerinde teşhis yapabilen ekipman geliştirilmesi. Son olarak ise silikon içerisinde optik dalga kılavuzu (waveguide) oluşturarak ışığın yönlendirilmesine yönelik bir cihaz geliştirilmiş.

Son olarak konferansın genel yapısı ile ilgili notlarımı ve görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Daha önceki yıllarda bir yıl Ankara’da bir yıl İstanbul’da yapılmak üzere organize edilen konferans bundan sonra bir yıl Bilkent Üniversitesi’nde bir yıl da Koç Üniversitesi’nde yapılacak şekilde tekrar formatlanmış. Bu yıl yapılan organizasyonda her yıl olduğu gibi çay kahve molaları geniş tutularak katılımcıların birbirleri ile tanışmalarına ve aralarındaki ağı güçlendirmelerine yeteri kadar zaman tanınmış. Bunun yanında posterler için ayrılan alan maalesef gezmek için yeterince geniş değildi. Yaklaşık her yıl benzer sayıda poster katılımı olmasına rağmen, 75-100 arası, poster sunumları için ayrılan alan posterlerin incelenmesini ve kişiler arasında etkileşimi destekleyecek yapıda değildi. Umarım bundan sonraki konferanslarda daha geniş poster sunum alanları oluşturularak çalışmaların daha geniş incelenmesine olanak sağlanır. Bununla birlikte poster sunumlarının incelenmesi için ayrılan öğle arası zaman olarak gayet yeterli durumda. Önümüzdeki sene Koç Üniversitesi’nde yapılacak konferansta tekrar birlikte olmak umuduyla…

USMOS 2015

banner2015

Ulusal Savunma Uygulamaları Modelleme ve Simülasyon Konferansı’nın (USMOS) 6.’sı 11-12 Kasım 2015 tarihleri arasında ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezinde düzenlendi. İki yılda bir düzenlene USMOS konferansı modelleme ve simülasyon alanında çalışan kurum ve araştırmacıları ulusal düzeyde bir araya getirmeyi amaçlıyor. Konferansın bu seneki konu başlığı Proje tedarik sürecinde simülasyon tabanlı karar ve planlama: Askeri ve sivil uygulamalar şeklinde belirlenmiş. Konferansın düzenleyicileri bu konu başlığı ile sivil sektörü de modelleme ve simülasyon konulu bu konferansa dahil etmeye çalışmışlar. Buna rağmen konferansın katılımcılarının önemli bir kısmı savunma sektöründendi. Konferansın odak konusunun tedarik sürecinde simülasyon olmasına rağmen iki davetli konuşmacının da bu başlıkla bağlantılı konuşma yapmaması konferansa odak seçilmesinin gelenekten öte önemi olmadığı algısı oluşturdu. Halbuki biri sivil diğeri de askeri alanda olmak üzere tedarik sürecinde simülasyon ve modelleme konusunda çalışan konuşmacılar davet edilseydi konferansın bu yılki konusu daha güzel işlenebilirdi.

Konferansın ilk davetli konuşmacısı NATO Modelleme ve Simülasyon Grubu’ndan (NMSG) Wim Huiskamp’tı. Huiskamp konuşmasında NMSG’nin nasıl bir grup olduğunu ve hangi konularda çalıştıklarını aktardı. Konuşmada araştırmacıların ağırlıklı olarak farklı simülasyonların birlikte çalışabilirliğinin artırılması üzerinde uğraştıklarını belirtti. Aynı harekât ortamında operasyon yürüten farklı unsurlara ait simülatörlerin aynı senaryo üzerinde ve eş zamanlı çalıştırılması NMSG’nin en önem verdiği çalışma alanı. Örneğin, F16, Mirage ve Eurofighter’ın aynı simülasyonda kullanılabilmesi gibi. Konferans dilinin Türkçe olmasına karşın Huiskamp, Türkçe bilmediği için, konuşmasını İngilizce yaptı. Bu durum diğer birçok ulusal konferansta olduğu gibi bana garip geldi. Çünkü Huiskamp davetli konuşmacı olarak katıldığı bir konferansta açılış konuşmaları, diğer davetli konuşma ve akademik sunumların hiçbirini takip edemedi. Bu absürt durum yerine ya yabancı konuşmacı davet edilmemeli ya da konferans dili İngilizce yapılmalı.

Konferansın diğer davetli konuşmacısı NATO Müşterek Harp Merkezi’nden (NJWC) Prof. Erdal Çayırcı’ydı. Çayırcı konuşmasında Türkiye ve NATO’daki modelleme ve simülasyon konularındaki eksikliklerden bahsetti. Konuşmanın dertleşme tadında olduğunu söyleyebiliriz. Kendisi bunu öz eleştiri olarak niteledi. Çayırcı konuşmasında Huiskamp’ın aksine modelleme ve simülasyon konusunda birlikte çalışabilirlik konusuna takılıp kalındığını söyledi. Bu konuda önemli bir noktaya gelindiğini ve bundan sonra asıl önemli olanın hibrit savaş ortamında siber savaş ve sosyal ağlar gibi yeni konuların modellerinin oluşturulup simülasyonlara dahil edilmesi olduğunu aktardı. Çayırcı’nın Türkiye özelindeki en önemli eleştirisi ise modelleme ve simülasyon çalışmalarının bireysel simülasyonlar üzerine sıkışmış olması.

Konferansta benim de bir arkadaşımla birlikte yapmış olduğum bir çalışmam vardı. Çalışmamızda kızılötesi bantta arazi modellemesi ve modelin doğrulanmasını nasıl yaptığımızı açıkladık. Sunuma katılım, diğer oturumlarla benzer şekilde, çok yüksek değildi. Buna rağmen sunum sonrasında dinleyicilerden soru gelmesi, çalışmamızın en azından dinleyiciler tarafından ilgi görmesi sevindiriciydi.